Gazete bile okuyamıyorum."
Adam başım çevirip bana baktı. Hasta gözlerin ikisinde de ince birer perde vardı, bu zarlar gözlere bir cam görünüşü vermiştiler. Beyaz beyaz bakıyor, insana tiksinti veriyordu.
- Yabancı mısınız?, dedi.
- Evet... Elinizdeki gazetenin ismini de okuyamıyor musunuz?
"Güç bela, yabancı olduğunuzu sesinizden hemen anladım zaten. Sesiniz belli ediyor, bu kafi, kulaklarım iyi işitir. Geceleri herkes uyurken bitişik odadakilerin nefes aldıklarım duyabilirim. Şey, ne diyecektim, nerede oturuyorsunuz?"
Bir anda, kafamda bir yalan hazırlanıvermişti. Bir kastım, bir maksadım olmaksızın, istemeyerek yalan söyledim:
- Sankt Olaf meydanında, 2 numarada.
"Sahi mi?" Adam Sankt Olaf meydanım karış karış biliyordu, fıskiyeli havuz vardı, birkaç sokak feneri, üç dört ağaç, hepsini hatırlıyordu. "Kaç numara dediniz?" Bu bahsi kapatmak istedim. Aklım fikrim gazetede, bu sabit fikirle dürtülerek ayağa kalktım. Ne olursa olsun bu sırrın çözülmesi gerekiyordu.
- Peki, gazeteyi okuyamıyorsunuz da niçin...
"2 numara mı dediniz?" Huzursuzluğuma kulak asmayarak, adam devam etti.
- Vaktiyle 2 numarada oturanların hepsini tanırdım ben. Ev sahibinizin adı nedir?"
Adamdan kurtulmak için hemen bir isim uydurdum; bu baş belâsını susturmak için, çarçabuk bulduğum bu ismi, bir çırpıda söyleyiverdim:
- Happolati!
- Happolati, evet!, diye tasdik etti. Bu zor ismin ek hecesini bile kaçırmamıştı.
Hayretler içinde yüzüne baktım; düşünceli bir tavırla pek de ciddi oturuyordu. Ben aklıma bir anda esiveren bu saçma sapan ismi daha söyler söylemez adam duruma uymuş, bu ismi evvelden biliyormuş gibi davranmıştı. O ara paketini kanepeye koydu ve ben sinirlerimin olanca merakımla titrediğim hissettim. Gazetede birkaç yağ lekesi bu olunduğunu gördüm.
- Ev sahibiniz gemici, değil mi?, diye sordu. Sesinde alayın zerresi yoktu.
- Hatırladığıma göre gemici galiba!
- Gemici mi? Affedersiniz, sizin dediğiniz kardeşi olsa gerek. Bu, J. A. Happolati, acenta. Bu sözüm bu bahsi kapatır sanmıştım; ama adam ne desem kabul ediyordu.
- Yaman adammış diye duydum, dedi, kollayarak, "Oh, bitirmiş!" diye cevap verdim.
- Halis iş adamı komisyonculuğunu yapmadığı şey yok: Çin'e yabanmersini yollar, Rusya'dan kuş tüyü getirtir. Deri, tomruk, mürekkep...
"Hehe, vay canına!" diye sözümü kesti ihtiyar, müthiş keyifli. Enteresan olmaya başlamıştı. Durumu iyi idare ediyordum, kafamda peş peşe yalanlar sıralanıyordu. Tekrar oturdum; gazeteyi, esrarlı vesikaları unuttum, coştum, adamın
sözünü kestim. Bu cücenin saflığı karşısında küstahlaşıyor, pervasızca yalanlar kıvırıyordum.
- Siz Happolati'nin elektrikli dua kitabı icat ettiğini duydunuz mu?
- Nasıl, elektrik mi?
- Elektrikli harfleri karanlıkta ışıldayan bir kitap. Muazzam bir teşebbüs. Ortada milyonlarca kron dönüyor. Dökümevleri, matbaalar, faaliyette. Sağlam aylıklara bağlanmış sürü sürü teknisyen harıl harıl çalışıyor. Ben, yedi yüz kişi diye duydum.
"Eh, doğrudur!" dedi ihtiyar, hafifçe.
1 comment