Sarf ettiği enerjiden soluduğunu duyuyordum. Paketini taşıyabileceğim aklıma geldi. Daha sonra Graensen caddesinde Hana Pauli'ye rastladım, selam verip uçar gibi uzaklaştı. Ne diye bu kadar acele ediyordu? Kendisinden bir kron istemeyi hiç de düşünmemiştim, birkaç hafta önce ödünç aldığım battaniyesini de yakında geri verecektim. Belimi biraz doğrultsam, artık hiç kimseye battaniye borçlu olmak işemezdim ki! Belki de hemen bugün, gelecekteki suçlar yahut irade hürriyeti üzerine bir makale, okunmaya değer bir şey yazar, hiç değilse bir on kron alabilirdim. Böyle bir makale düşüncesi, içimi birdenbire, derhal başlamak, dolu beynimi sağmak ihtirasıyla doldurdu. Saray parkında uygunca bir yer bulup makaleyi tamamlamadıkça dinlenmek istemiyordum.
Fakat önümdeki topal ihtiyar, hep aynı deprenmeli hareketleri tekrarlıyordu. Sonunda bu sakat adamın ardında kalışıma içerlemeye başladım. Yolculuğu hiç bitmeyeceğe benziyordu; belki o da benim gideceğim yere gitmeye karar vermişti de bütün yol boyunca önümde hep onu görmem gerekiyordu. Heyecanımdan bana öyle geliyordu ki sokak başlarında bir an tereddüt etmekte, sanki benim ne tarafa sapacağımı beklemekte, sonra da elindeki paketi sallayarak, öncülüğü elden bırakmamak için olanca gücüyle yürümekteydi. Yürüyor, eziyet çeken bu biçareye bakıyor, içimin gitgide hınçla dolduğunu hissediyordum. Onun azar azar keyfimi kaçırdığımı, bu duru ve güzel sabahı birdenbire zehir ettiğini hissediyordum. Aksıya topallıya ilerleyen koca iri bir böceğe benziyordu: kuvvet ve zorbalıkla ille de bir yere varmak, yaya kaldırımını sırf kendisine tahsis etmek isteyen bir böceğe. Tepeye çıktığımızda tahammülüm tükendi. Bir vitrinin önünde durdum, çekip gitmesi için ona zaman bırakmak istiyordum. Birkaç dakika sonra ben yine yürümeye başlayınca adam önümdeydi yine: Mıhlanmış gibi o da olduğu yerde kalmıştı. Hiç düşünmeden ve öfkeli üç dört adımda ona yetişip omzuna çarptım.
Birden durdu. Göz göze bakıştık.
- Bir Sehilling, dedi. "Süt parası" Başım yana eğdi.
Fena yakalanmıştım. Ceplerimi arandım:
- Süt parası. Evet, şey, bu devirde paradan yana halimiz kötü. Zaruret içindesiniz galiba.
- Dünden beri Drammen'de ağzıma lokma girmedi, dedi adam. "Beş param yok, henüz bir iş de bulamadım."
- İşçi misiniz?
- Evet, iğneciyim.
- Ne?
- İğneci. Ama kunduracılık da gelir elimden.
- O zaman işe değişir. Az bekleyin burada. Size biraz para bulup getireyim, birkaç kuruş.
Hızlı hızlı Pilestraede'ye gittim, ilk katta bir rehinci biliyordum, daha önce hiç gitmişliğim yoktu bu adama. Cümle kapısından içeri girince çabucak yeleğimi çıkardım, katlayıp koluma aldım; merdivenleri çıkıp dükkanın kapısını tıklattım. Selam verip yeleği tezgahın üzerine bıraktım.
- Bir buçuk kron!, dedi adam.
- Olur, olur, mersi!, cevabım verdim. "Çok dar gelmeseydi vermezdim ya!"
Parayı ve makbuzu geri aldım. Bu yeleği akıl edişim, isabet olmuştu.
1 comment