Saint-Loup, bu konuda ona hiçbir şey söylemediğim halde, bütün kış boyunca bir genç kızın evimde yaşadığını öğrenince, biraz şaşırmıştı zaten, ayrıca Balbec'teki genç kızdan da bana sık sık söz ettiği halde, ben hiçbir defasında, "O şimdi burada yaşıyor," demediğim için, kendisine güvenmeyişime kırılmış olabilirdi. Mme Bontemps'ın ona Balbec'ten söz etme ihtimali de vardı elbette. Ama Saint-Loup bir an önce gidip dönsün diye o kadar sabırsızlanıyordum ki, bu seyahatin muhtemel sonuçlarını düşünecek durumda değildim. Albertine'i tanıması ihtimaline gelince (Doncieres'de onunla karşılaştığında, bakmaktan ısrarla kaçınmış olması bir yana), herkesin de söylediği gibi, Albertine o kadar değişmiş ve şişmanlamıştı ki, Saint-Loup'nun onu tanıması pek zayıf bir ihtimaldi. Saint-Loup, Albertine'in bir resmi olup olmadığını sordu. Önce hayır dedim, çünkü Albertine'i sadece trende şöyle bir görmüş olmasına rağmen, aşağı yukarı Balbec döneminde çekilmiş olan bendeki fotoğrafına bakıp tanımasından korktum. Ama sonra, fotoğraftaki Albertine'in, Balbec'tekinden, muhtemelen şimdiki Albertine kadar farklı olduğunu ve Saint-Loup'nun onu yüz yüze de, fotoğrafta da tanıyamayacağını düşündüm.
Ben fotoğrafı ararken, o da beni teskin etmek için usulca alnımı sıvazlıyordu. Istırap çektiğimi tahmin edip üzülmesi beni duygulandırdı. Her şeyden önce, Saint-Loup, Rachel'den ayrılmış olsa da, o sıralar yaşadığı duygular henüz taze sayılırdı, tıpkı bizimle aynı hastalıktan mustarip kişilere kendimizi yakın hissetmemiz gibi, bu tür acılara özel bir merhamet, bir yakınlık duyması doğaldı. Ayrıca Saint-Loup beni o kadar severdi ki, benim acı çekmeme katlanamazdı. Bu yüzden de, benim bu acıları çekmeme sebep olan kadına hayranlıkla karışık bir hınç besliyordu. Onun gözünde ben o kadar üstün bir yaratıktım ki, bir başka insana tabi olmam için, o insanın tam anlamıyla olağanüstü biri olması gerekirdi. Fotoğrafa bakınca Albertine'i güzel bulacağını düşünüyordum, ama yine de, Troyalı ihtiyarların Helena'dan etkilendikleri şekilde etkilenmesini beklemediğimden, bir yandan fotoğrafı ararken, bir yandan da alçakgönüllülükle, "Hayal kırıklığına uğrama sakın, bir kere fotoğraf pek başarılı sayılmaz, ayrıca kendisi de öyle göz kamaştırıcı güzellikte bir kız değil, çok sevimli, o kadar," diyordum. Saint-Loup, beni böyle bir umutsuzluğa ve telaşa düşüren kızı hayalinde canlandırmaya çalışarak, saf ve samimi bir heyecanla, "Yo, hayır, harikulade bir yaratık olduğundan eminim," dedi. "Sana acı çektirdiği için kızıyorum ona, ama senin gibi tepeden tırnağa sanatkâr, güzelliğin her türüne hayran ve böylesine sevgi dolu birinin, güzelliği bir kadında bulduğu zaman herkesten çok acı çekmesi de kaçınılmazdı." Fotoğrafı nihayet bulmuştum. Robert ona resmi uzattığımı fark etmeyip, "Harika bir yaratık olduğundan eminim," diye devam etti. Sonra birden fotoğrafı gördü, bir süre elinde tuttu. Çehresinde, aptallığa varan bir şaşkınlık okunuyordu. "Sevdiğin kız bu mu?" dedi sonunda; beni gücendirme korkusu, sesindeki şaşkınlığı dizginliyordu. Hiçbir yorum yapmadı; bir hastanın –eskiden üstün nitelikli bir adam ve dostunuz da olsa– şimdi tamamen çıldırmış olan, ilahi bir varlığın kendisine göründüğünü anlatan ve sizin, aklı başında biri olarak bir yorgan gördüğünüz yerde hâlâ o ilahi varlığı görmeye devam eden bir delinin karşısında takınacağınız mantıklı, temkinli ve mecburen biraz küçümser havaya bürünmüştü. Robert'in şaşkınlığını derhal anladım, ben de onun metresini gördüğümde aynı şaşkınlığı yaşamıştım; arada tek fark vardı: Ben daha önceden tanıdığım bir kadın bulmuştum karşımda, Robert ise Albertine'i hiç görmediğini zannediyordu. Ama muhtemelen aynı insana bakarken ikimizin gördüğü şey arasındaki fark, iki örnekte de aynı derecede büyüktü. Balbec'te, Albertine'e bakarken görme duyusuna ufak ufak tat, koku ve dokunma duyularını eklemeye başladığım zamanlar geride kalmıştı. O zamandan bu yana, daha derin, daha tatlı, daha tanımlanamaz duyular, sonra da acılı duyular öncekilere eklenmişti. Kısacası, Albertine, etrafı karla kaplanmış bir taş gibi, kalbimin düzleminden geçen muazzam bir yapının yaratıcı çekirdeğinden başka bir şey değildi. Bütün bu duyu katmanları Robert için görünmez olduğundan, o sadece bir tortu görüyor, bense, aksine, katmanlar engellediği için o tortuyu göremiyordum. Albertine'in fotoğrafını gördüğünde Robert'i sarsan şey, Helena'nın geçişini görüp
Bir bakış bakar, kaybolur bütün acılar
diyen Troyalı ihtiyarların heyecanı değil, onun tam zıddı, "Nasıl olur, onca kaygı, onca keder, onca çılgınlık, bunun için miydi?" dedirten bir şaşkınlıktı. İtiraf etmek gerekir ki, sevdiğimiz birine ıstırap çektirmiş, hayatını altüst etmiş, bazen de ölümüne sebep olmuş kişiyi görünce, bu tür bir tepki göstermek, Troyalı ihtiyarların tepkisinden çok daha yaygındır; dahası, olağan tepki budur. Bunun sebebi, ne aşkın kişisel olması, ne de kendimiz âşık değilken, doğal olarak aşktan kaçınılabileceğini düşünmemiz ve başkalarının çılgınlığı üzerine felsefe yapmamızdır. Hayır, sebebi şudur: Aşk, bunca ıstıraba yol açtığı bir noktaya geldiğinde, kadının çehresiyle âşığın gözleri arasında duran duyulardan oluşan yapı –bir çeşmeyi gizleyen kar tabakası gibi kadının çehresini saran ve gizleyen devâsâ acı kozası– o kadar yükselmiştir ki, âşığın bakışlarının ulaştığı, haz ve acıyla karşılaştığı noktayla, başkalarının gördüğü nokta arasındaki mesafe, gerçek güneşle, bizim gökyüzünde, yoğunlaşan ışığı yüzünden onu gördüğümüz yer arasındaki mesafe kadar büyüktür.
1 comment