Ama neyse, bir iki dakika içinde yerli yerlerine geçtiler, oyun da başladı.
Alice, ömründe hiç böyle acayip kriket alanı görmemişti! Her yan tümsek, çukur doluydu! Toplar canlı kirpi, oyun sopaları da canlı flamingo kuşlarıydı; Köprüleri de, ayaklarıyla ellerini yere dayayıp yay gibi bükülen askerler oluşturuyordu.
Alice için ilk güçlük flamingosunu kullanmak oldu, hayvanın gövdesini güzelce kolunun altına sıkıştırıp bacaklarını sallandırdı, ama tam boynunu doğrultup kafası ile kirpiye vuracağı sırada, kuş başını kaldırıp suratına bakıyordu; hem bakışında öyle bir şaşkınlık vardı ki Alice kendini tutamıyor, kahkahayı koparıyordu; kuşun boynunu düzeltip tam topa vuracağı zaman bu kez de kirpinin yerinde tortop durmaktan vazgeçip, sürüne sürüne uzaklaştığını görüyordu. Üstelik, kirpisini yuvarlamak istediği yolun üstünde kesinlikle bir çukur yahut bir tümsek oluyordu; köprülük eden askerler de durmadan yer değiştiriyorlardı. Çok geçmeden Alice oyunun güçlüğünü anladı.
Oyuncular da, sıralarını beklemeden, ikide bir kavga ederek ve kirpiler senindi, benimdi diye dövüşerek, hep birden oynuyorlardı. Kısa süre içinde Kraliçe öyle öfkelendi, öyle öfkelendi ki dakikada bir tepiniyor ''Kesin kafasını şunun! Kesin kafasını bunun!'' diye haykırıp duruyordu.
Alice yavaş yavaş telaşlanmaya başlamıştı; gerçi henüz Kraliçeyle aralarında bir şey olmamıştı, ama neredeyse olacağa benziyordu. ''Ya sonra?'' diye düşündü, ''Sonra ne olur benim durumum? Buranın insanları kafa kesmeye pek meraklı! Nasıl olmuş da biri sağ kalabilmiş, insan ona şaşıyor!''
Artık kaçmak için çevrede bir yol arıyor. ''Acaba kimseye görünmeden sıvışabilir miyim?'' diye düşünüyordu; bir de baktı, havada acayip bir şey belirmiş. Önce epeyce şaştı ama bir iki dakika sonra bunun bir gülümseme olduğunu anladı, kendi kendine ''Cheshire Kedisidir'' diye söylendi. ''Çok şükür konuşacak birini buldum.'' Konuşabilecek kadar ağzı ortaya çıkınca Kedi ''Nasılsın?'' diye sordu.
Alice gözler de ortaya çıkıncaya kadar bekledi, sonra başını salladı. ''Kulaklarından hiç olmazsa biri görünmedikçe konuşmanın bir yararı olmaz ki'' diye düşündü. Bir iki dakika sonra bütün kafa belirdi. Bunun üzerine Alice, flamingosunu yere bırakarak oyunu anlatmaya başladı; kendisini dinleyecek birini bulduğuna pek keyiflenmişti; Kedi gözüken kısımlarını, yeter bularak öylece kalmış, daha fazla belirmemişti.
Alice yakınan bir sesle ''Mızıkçılık etmeden oyun oynamıyorlar ki'' dedi, ''Hem de kopardıkları kavga gürültüden insan kimin ne dediğini işitemiyor. Oyunlarında kural mural da yok, varsa bile kimsenin aldırdığı yok... Oyun araçlarının hepsinin canlı olması da insanı çileden çıkarıyor hani. Söz gelişi, topumu şimdi altından geçireceğim köprü, bakın, kalkıp alanın ta neresine gitmiş de dolaşıyor. Demin de Kraliçe'nin kirpisine vuracaktım, baktı ki benim kirpi yaklaşıyor, aldı başını kaçtı!''
Kedi yavaşça ''Kraliçe'den hoşlandın mı?'' diye sordu.
Alice ''Hiç mi hiç'' dedi, ''Öyle bir (tam o sırada Kraliçe'nin, hemen arkasında kendisini dinlediğini farketti, sözünü değiştiriverdi) iyi oyuncu ki, nasıl olsa o kazanacak, onun için oynamanın bir anlamı yok.''
Kraliçe gülümsedi ve yürüyüp geçti.
Kral Alice'in yanına gelerek ''Kiminle konuşuyorsun?" diye sordu; bir yandan da şaşkınlıkla Kedi'nin kafasına bakıyordu.
Alice ''Bir arkadaşımdır'' dedi, ''Cheshire Kedisi; izin verirseniz takdim edeyim.''
Kral ''Suratı hiç hoşuma gitmedi ama neyse, isterse elimi öpsün'' dedi.
Kedi yanıtladı ''Öpmesem daha iyi.''
Kral ''Küstahlaşma'' dedi. Sonra konuşurken Alice'in arkasını siper alarak ''Hem yüzüme de öyle bakma'' diye ekledi.
Alice ''Bir kedi bir krala pekâlâ bakabilir'' dedi. ''Bir kitapta okumuştum, ama hangisinde, şimdi anımsamıyorum.''
Kral kararını vermiş gibi ''Herhalde ortadan kalkmalı'' diyerek, o sırada yakınlardan geçen Kraliçe'ye seslendi ''Güzelim! Ne olur, şu kediyi ortadan kaldırsana!'' dedi.
Kraliçe'nin büyük küçük bütün güçlükleri gidermek için bir tek yöntemi vardı. Başını çevirip bakmaya gerek bile görmeden ''Kafasını kessinler!'' diye haykırdı.
Kral, dünden hazırmış gibi, ''Celladı gidip kendim getiririm'' diyerek ivedi ivedi yürüyüp gitti.
Alice, uzaktan Kraliçe'nin öfkeyle çınlayan sesini işitince ''Bari gidip oyun ne durumda bir bakayım'' diye düşündü. Sıralarını kaçıran üç oyuncuyu idama mahkûm ettiğini daha demin işitmişti, işlerin gidişini de hiç beğenmiyordu, oyun öyle çorbaya dönmüştü ki kendi sırasının gelip gelmediğini bile bilmiyordu. Onun için kirpisini aramaya başladı.
Kirpisi başka bir kirpiyle kavgaya tutuşmuştu; Alice'in, birini öbürüne çarptırıp kriket yapması için bu, bulunmaz bir fırsattı; ama sorun şuradaydı ki flamingosu bahçenin ta öbür ucuna gitmişti, orada uçup ağaçlardan birine konacağım diye beceriksizce kanat çırpıp duruyordu.
O, flamingosunu yakalayıp dönünceye kadar dövüş bitmiş, iki kirpi de ortadan yok olmuşlardı. Alice ''Neyse, zararı yok'' diye düşündü ''Zaten bütün köprüler de bahçenin öte yanına gitmişler.'' Kaçmasın diye flamingosunu koltuğunun altına sıkıştırdı ve arkadaşı Kedi ile biraz daha konuşmaya gitti.
Kedi'nin yanına geldiği zaman çevresinde epeyce bir kalabalık biriktiğini görerek şaşaladı. Kral, Kraliçe ve Cellat arasında bir tartışma oluyordu; üçü bir ağızdan konuşuyor, öbürleri de ne yapacaklarını şaşırmış, rahatsız rahatsız duruyorlardı.
Alice görünür görünmez hepsi de sorunu çözümlesin diye ona döndüler, her biri kendi düşüncesini yineliyordu, fakat gene hep bir ağızdan konuştukları için, Alice ne dediklerini güçlükle anladı.
Celladın dediğine göre; gövdesi olmayan baş kesilemezdi, ömründe hiç böyle bir şey yapmamıştı, bu yaştan sonra yapmaya da niyeti yoktu.
Kralın dediğine göre; başı olan herşey idam edilebilirdi, saçma saçma konuşmanın yeri yoktu.
Kraliçe'nin dediğine göre de; hemen o dakika bir şey yapılmayacak olursa, kim var kim yok herkesin kafası kesilecekti. (Çevredekilerin o kadar durgun ve endişeli görünmesine neden de bu son söylenen sözlerdi.)
Alice ''Kedi Düşes'indir, ona sorun daha iyi'' demekten başka çare bulamadı.
Kraliçe Cellat'a dönerek, ''Hapishaneye atılmıştı'' dedi ''Git de buraya getir''. Cellat ok gibi fırlayıp gidiverdi.
Cellat gider gitmez, Kedi'nin kafası yavaş yavaş kaybolmaya başladı; adam Düşes'le döndüğü zaman gözden büsbütün silinmişti. Kral ile Cellat bir aşağı bir yukarı koşarak nereye gitti diye aramaya başladılar, öbürleri de yine oyunlarına döndüler.
IX
SU KAPLUMBAĞASI'NIN ÖYKÜSÜ
Düşes, ''Ah şekerim benim! Seni gördüğüme ne kadar sevindim bilmezsin'' diyerek sevgiyle Alice'in koluna girdi, birlikte yürümeye başladılar.
Alice de onu böyle keyfi yerinde bulunca pek hoşnut olmuştu; ''Mutfakta rasladığım zamanki hırçınlığı biberdenmiş demek'' diye düşündü. Kendi kendine ''Eğer ben Düşes olursam'' dedi (bunu pek umarak söylememişti ama) ''mutfağımda biber miber bulundurmam. Çorba onsuz da pekâlâ oluyor. Belki insanları kavgacı yapan da hep biberdir.'' Kendi kendine yeni kurallar bulduğu için pek hoşnut, düşünmeyi sürdürdü ''Suratsız eden sirke, huysuz eden de arpa şekeriyle buna benzer tatlılardır. Ah, insanlar bunu bilseler böyle hasislik etmezlerdi.''
Bu sırada Düşesi büsbütün unutmuştu, ta kulağının dibinde sesini işitince korkudan sıçradı. Düşes ''Şekerim, bir şey düşünüyorsun ki konuşmayı unuttun'' dedi.
1 comment