Ama bir de bilgi var, bilim var. Geliri yerinde tüm et kafalı insanlar bilime inanırlar. Nedenini bilmezler, ama bir şekilde önemli olduğuna inanırlar. Bilim onların kutsal sayıp taptıkları bir şeydir. Tüm baş belası profesörler, temelde hep kökten bir değişiklikten yanadırlar. Onlar da anlasınlar ki, İşçi Sınıfının Geleceğine yer açmak üzere, o böbürlendikleri kendi görkemli bilim mabetleri de yerle bir edilmek zorundadır. Bu aydın budalaların koparacağı gürültü, Milano Konferansı’ndaki çabaların ilerlemesine kesinlikle yardım edecektir. Gazetelere yazılar yazacaklardır. Ortada açıkça tehlikeye düşecek herhangi bir maddi çıkarları bulunmadığından, onların göstereceği öfke her türlü kuşkudan uzak olacak ve etkilemeyi hedeflediğimiz sınıfın tüm bencillik duygularını ayağa kaldıracaktır. Bu sınıftan insanlar, gizemli bir biçimde, maddi refahlarının kaynağının bilim olduğuna inanıyorlar. Bu yüzden bilime karşı yapılacak bir eylemin aşırı şiddetindeki garip mantıksızlık, onlar üzerinde, kendileri gibi insanlarla dolu tüm bir caddenin –ya da tiyatro binasının– parçalanıp yok edilmesinden çok daha büyük bir etki yaratır. Tiyatro binasına saldırı için daima, “Sınıflar arasındaki nefretten oluyor işte,” diyebilirler. Ama akıl almayacak –hiçbir şekilde açıklanamayacak, neredeyse düşünülemeyecek– kadar garip ve mantıksız bir biçimde (aslında tam bir zırdeli gibi) ortalığı kasıp kavuran bir şiddet eylemi karşısında insan söyleyecek ne bulabilir ki? İnsanları gerçekten korkutacak tek şey deliliktir, çünkü deliyi tehditle, ikna yoluyla ya da rüşvetle yatıştıramazsın. Ayrıca, uygar bir adamım ben. En iyi sonuçlara ulaşacağımı bile düşünsem, hiçbir zaman tutup senden, sırf insan kasaplığı denebilecek eylemler düzenlemeni istemek aklımın ucundan bile geçmez. Ama istediğim sonucun insan kasaplığı ile sağlanacağını sanmıyorum ben. Her gün cinayet işleniyor. Adam öldürmek neredeyse kurumsallaştı. Yapılacak eylem, bilgiye karşı, bilime karşı olmalı. Ama her bilim dalı işimize yaramaz. Saldırının, kutsal bir varlığa sebepsiz yere girişilmiş bir saygısızlığın tüm anlamsız korkunçluğunu içermesi gerek. Sizlerin ifade aracınız bomba olduğuna göre, insan tutup kuramsal matematiğin tam ortasına bir bomba atabilse, bu gerçekten ses getiren bir şey olurdu. Ama mümkün değil. Seni eğitmeye çalışıyorum ben; işinde nasıl yararlı olabilirsin, şu ana kadar sana bunun yüksek felsefesini açıklamaya çalıştım ve kullanabileceğin birtakım düşünceler gösterdim. Öğrettiklerimin uygulamaya konması en çok senin ilgi alanına giriyor. Ama seninle görüşme işini üstüme aldığım andan beri, aynı zamanda sorunun uygulama yönü üstünde de biraz düşündüm. Astronomiyi denemeye ne dersin, ha?”

Bir süredir koltuğun yanı başında hareketsiz duran Verloc’un görünüşü, komaya girmiş birini andırıyordu. Tıpkı ocak başındaki minderinde uyurken kötü düşler gören bir ev köpeği gibi ara sıra hafif irkilmelerin böldüğü bir tür baygınlık nöbeti geçiriyordu sanki. “Astronomi” kelimesini tedirgin, köpeklerinkine benzer bir hırıltıyla tekrarladı:

“Astronomi”

Hızla konuşup duran Vladimir’in sivri sözlerini izleme çabasının yarattığı şaşkınlıktan daha tam kurtulabilmiş değildi. Bu sözler Verloc’un anlama gücünü çökertmiş, onu kızdırmıştı.