Manastırdayken sorunların çeşitliliği hakkında hiçbir fikri yoktu. Sessizce dinlemesi ve becerikliliğiyle her yerde olumlu anlamda dikkat çekiyordu, diğer yandan o kadar çok şeye ilgi duyuyordu ki, manastırdaki onca yıldan sonra... Okul yıllarında babasına hesap verdiği gibi şimdi de kendisine düzenli olarak hesap veriyordu. Hastalara, düşkünlere ve genel olarak insanlara yardım edebilecek kadar metanetli miydi? Sağlıklı insanlar onu daha çok çekiyordu. Çevresinde huzursuz, asabi insanlar istemiyordu. Onları da hastalarla aynı kefeye koyuyordu. Bir sonuca varması gerekiyordu.

Clarissa insanlara hizmet etmenin kendisini mutlu ettiğini ve bu sayede kendisini daha özgür hissettiğini fark etti. İçinden gelen sesin kendi iradesini coşkuyla, sabırsızca bildirebilmesi için inzivaya çekildiğinde nihayet o "şeyi", asıl olanı seçeceğini biliyordu.

Karar kendiliğinden geldi –her zamanki gibi hiç beklemediği bir anda. Katıldığı seminerler arasında Clarissa'ya göre en ünlü sinir hastalıkları doktoru olan Profesör Silberstein'ın "Asabi Çocuk" seminerleri de vardı; bu seminerler Clarissa'ya, çok önemli diye tavsiye edilmişti ve Clarissa onları ilgiyle takip ediyor, hepsini olağanüstü buluyordu. Silberstein, alışılmışın dışında çok genç yaşta profesör olmuşsa da şimdilerde takriben elli beş yaşlarındaydı; keskin yüz hatlarına sahipti ve büyük bir hatip olarak tanınıyordu, her ne kadar Freud hakkında pek bilgiye sahip olmasa da. Özellikle edebiyat alanında çok bilgiliydi; Dostoyevski ve Poe onun için önemliydi ve eserleri arasında bağlantılar kuruyordu. Modern bir tipti, keskin hatlara sahip yüzü Yahudi menşeini gösteriyordu, zayıf yapılıydı, hatta çelimsiz denebilirdi, biraz fazlaca öne eğilerek yürüyordu. Burnu fazlasıyla büyüktü. Saçları simsiyahtı, öyle ki bu da tüm görüntüsünü çok daha sert yapıyordu. Aynı zamanda biraz keşiş havası vardı. Hızlı, akıcı konuşuyor, el kol hareketlerini çok fazla kullanıyordu. Clarissa'yı büyülüyordu, bunlar dinlediği ilk ciddi seminerlerdi. Örneklerini tamamen özgürce veriyordu. Bu da karşı çıkmaları körüklüyordu. Anlaşılan o da zaten bunu istiyordu, insanlar her zaman kendilerine en yabancı olan şeye hayran olurlar. Clarissa tartışmaktan keyif alıyordu, tüm bunları hızlı algılamaktan da haz duyuyordu. Bütün dikkatini verebiliyordu; o güne kadar yalnızca aklı yavaş işleyen insanlar tanımıştı; o andan itibaren hastalıklara ilgi duymaya başladı.

Clarissa onun seminerlerine üç ay boyunca katıldı; ilk sıralardan birinde oturuyor ve not tutuyordu. Bu şekilde not alarak duyduklarını unutmuyordu. Babasından aldığı bir özellikti bu, yazılı olana güvenmek. Clarissa yavaş çalışan bir insandı. Tuttuğu notları evde temize çekiyordu. Sırf bunun için kendisine bir defter almıştı. Profesör bir gün seminerini bitirdiğinde kürsüden ona yönelerek şöyle dedi: "Biraz zamanınız varsa..." Clarissa, profesörün doğrudan kendisine hitap edince, duyduğu onurla biraz şaşırdı. Hofrat Silberstein sözünü sürdürdü: "Affedersiniz hanımefendi, iyi bir dinleyici olduğunuzu ve not tuttuğunuzu fark ettim. Sizce bir sakıncası yoksa her şeyi mi yoksa yalnızca önemli bilgileri mi not ettiğinizi sorabilir miyim?" Clarissa'nın yüzü kızardı.