Artan koyun etiyle patatesli bir şeyler ayarla, bir de armut pişirirsin, tanesi iki mangırlıklardan.”
Madam Vauquer az sonra aşağıya indi, tam o sırada kedi süt çanağının üstündeki tabağı ayağıyla devirip çabuk çabuk içmeye başladı.
“Mistigris!” diye bağırdı dul kadın. Kedi kaçtı, sonra gelip bacaklarına sürtündü. “Evet, evet, yaltaklan bakalım! Koca haylaz! Sylvie! Sylvie!”
“Geldim! Ne oldu, Madam?”
“Baksana, kedi ne yaptı!”
“Bütün suç Christophe öküzünde! Takımları koy, demiştim. Nereye gitti ki? Siz canınızı üzmeyin Madam; Goriot Baba’nın kahvesine koyarız. Su katarım içine, farkına bile varmaz. Hiçbir şeye baktığı yok nasıl olsa, yediğine bile.”
Madam Vauquer tabakları koyarken, “O zıpçıktı nereye gitti ki?” dedi.
“Belli mi olur? Karışık işleri biter mi onun?”
“Çok uyumuşum,” dedi Madam Vauquer.
“Bunun için de gül gibi tazesiniz ya...”
Bu sırada kapının çıngırağı işitildi, sonra Vautrin kalın sesiyle şarkı söyleyerek salona girdi:
“Yıllarca dolaşmışım dünyayı,
Her yanda boy göstermişim...”
“Vay! Günaydın, Madam Vauquer,” dedi ev sahibesini görünce, çapkınca sarılıverdi ona.
“Hadi, oldu! Yeter artık!”
“Terbiyesiz de,” dedi Vautrin. “Hadi, söyle. Söyleyecek misin, söylemeyecek misin? Hadi bakalım, birlikte hazırlayalım sofrayı. Nasıl! Çok kibarım, değil mi?”
“Asılmalı esmerine, sarışınına
Sevmeli, içmeli...
...rastgele.”
“Tuhaf bir şey gördüm biraz önce.”
“Ne gördünüz?” dedi dul kadın.
“Goriot Baba sekiz buçukta Dauphine Sokağı’nda eski sofra takımları satın alan bir kuyumcudaydı. İyi bir para karşılığında yaldızlı gümüşten bir kap sattı. Meslekten olmamakla birlikte çok güzel bükmüştü.”
“Ya! Sahi mi?”
“Evet. Messageries Royales’la yurtdışına göçen bir dostumu uğurlamıştım, buraya dönüyordum; göreyim diye Goriot Baba’yı bekledim, gülmek için. Bu semte, Grès Sokağı’na geldi. Gobseck adında ünlü bir tefeci vardır, onun evine girdi; yaman heriftir bu Gobseck, babasının kemiklerinden domino taşı yapabilecek adamdır; bir Yahudi, bir Arap, bir Rum, bir Çingene! Paralarını aşırmak da çok zordur, bankaya koyar.”
“Ne yapar ki bu Goriot Baba?”
“Bir şey yaptığı yok, yapılmışı bozuyor yalnız. Öyle bir dangalak ki karılar için elindekini, avucundakini...”
“İşte geldi!” dedi Sylvie.
“Christophe,” diye bağırdı Goriot Baba, “biraz yukarı gel benimle.”
Christophe Goriot Baba’nın ardından gitti, hemen sonra yine aşağıya indi.
Madam Vauquer,
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu uşağına.
“Mösyö Goriot’nun mektubunu götürüyorum.”
“Neymiş o?” dedi Vautrin, Christophe’un elindeki mektubu aldı, üzerindeki “Madam Kontes de Restaud’ ya” yazısını okudu. Mektubu Christophe’a uzatırken, “Peki, nereye gidiyorsun?” dedi.
“Helder Sokağı’na. Aldığım emre göre, Kontes’ten başkasına vermeyeceğim.”
Vautrin mektubu ışığa tutarak, “İçinde ne varmış?” dedi. “Bir kâğıt para mı? Hayır.” Zarfı araladı. “Ödenmiş bir senet!” diye haykırdı. “Vay anasını! Sıkı zampara bu moruk.” Kocaman elini Christophe’un tepesine şapka gibi oturtup kendi çevresinde bir dikiş yüzüğü gibi döndürdü onu. “Yaşadın, koca oğlan,” dedi, “kıyak bir bahşiş alacaksın.”
Sofra kurulmuştu. Sylvie sütü kaynatıyordu. Madam Vauquer, Vautrin’in yardımıyla sobayı yakıyor, Vautrin hep şarkısını mırıldanıyordu:
“Yıllarca dolaşmışım dünyayı,
Her yanda boy göstermişim...”
Her şeyin hazır olduğu sırada, Madam Couture ile Matmazel Taillefer döndüler. Madam Vauquer, Madam Couture’e, “Güzelim, böyle sabah sabah nereden böyle?” dedi.
“Saint-Etienne-du-Mont’da dua ettik, bugün Mösyö Taillefer’e gidiyoruz ya!” dedi Madam Couture. Sobanın önüne oturup ayakkabılarını ateşe doğru uzattı, ayakkabılarından dumanlar çıktı. “Zavallı yavrucak, yaprak gibi titriyor,” diye ekledi.
“Isınsanıza Victorine,” dedi Madam Vauquer.
Vautrin, öksüze küçük bir iskemle uzattı, “Babanızın yüreğini yumuşatması için Ulu Tanrı’ya dua etmek iyi bir şey, Matmazel,” dedi. “Ama yetmez. Bir dost çıkıp bu pis herifi yola getirmeli. Söylendiğine göre, üç milyonu varmış insafsızın, bir de size drahoma vermiyor. Bu zamanda da güzel kızlara drahoma ister.”
“Zavallı kızcağız,” dedi Madam Vauquer.
1 comment