Halkın, “İşte bıçkının biri!” dediği insanlardandı. Geniş omuzları, çok gelişmiş bir göğsü, belirgin kasları, parmaklarının üstünde sık ve kıpkızıl kıllar bulunan, kalın ve köşeli elleri vardı. Zamanından önce belirmiş kırışıklardan çizgi çizgi olmuş yüzü birtakım sertlik belirtileri sunar, ama yumuşak ve dost tavırları bunları yalanlardı. Taşkın neşesiyle uyum durumunda olan, baritonla bas arası sesi oldukça beğenilirdi. Hatırsever ve güler yüzlüydü. Bir kilit mi bozuldu, hemen söker, meremet eder, yağlar, düzeltir, takar, “Bilirim bu işleri,” derdi. Her şeyi bilirdi zaten: gemileri, denizi, Fransa’yı, dış ülkeleri, iş dünyasını, insanları, olayları, yasaları, otelleri ve hapishaneleri... Biri fazla dert yanacak oldu mu yardıma hazır olduğunu bildirirdi hemen. Birkaç kez Madam Vauquer’e ve kimi pansiyonerlere borç vermişti, ama iyilikte bulunduğu kimseler onun parasını geri vermemektense ölmeyi yeğ tutarlardı, öyle ya, babacan görünüşlü olmakla birlikte, derin ve kararlı bakışı insanın ödünü koparırdı. Tükürüğünü öyle bir fırlatışı vardı ki şaşmaz bir soğukkanlılığı belirtirdi, kararsız bir durumdan sıyrılmak için cana kıymaktan bile çekinmese gerekti. Sert bir yargıç gibi, gözleri bütün sorunların, bütün bilinçlerin, bütün duyguların canevine işlerdi sanki. Her zaman, kahvaltıdan sonra çıkar, akşam yemeğine gelir, sonra yine çıkar, gece yarısına doğru döner, kapıyı Madam Vauquer’in verdiği bir maymuncukla açardı. Bir o yararlanırdı bu kayırmadan. Bu nedenle de çok iyi davranırdı dul kadına, beline sarılır, “ana” derdi. Ama karşısındaki, bu dalkavukluktan pek bir şey anlamazdı, bu işin hâlâ kolay olduğunu sanırdı kadıncağız, oysa bu ağır çemberi saracak kadar uzun kollar bir Vautrin’de vardı. Bir özelliği de yemek sonunda içtiği gloria10 için her ay cömertçe on beş frank ödemesiydi. Paris yaşamının girdaplarına kapılmış bu gençler, doğrudan doğruya kendilerini ilgilendirmeyen şeylere kulak asmayan bu yaşlılar kadar yüzeysel olmayan kimseler Vautrin’in uyandırdığı bulanık izlenimlerle yetinmezlerdi. Kendisinin ne düşündüğünü, neler yaptığını kimsecikler bilmezken, o çevresindekilerin işlerini bilir, bilmese de sezinlerdi. Görünüşteki babacanlığını, sürekli hatırseverliğiyle keyifliliğini kendisiyle başkaları arasında bir duvar gibi kullanmakla birlikte, kişiliğinin korkunç derinliğini ikide bir belli ederdi. Çoğu zaman, Juvénal’e yaraşır, yergi dolu alayları, yasaları maskara etmekten, seçkinler çevresini yerden yere vurup tutarsızlığını ortaya koymaktan hoşlandığını gösterir, toplum düzenine kin beslediğini, yaşantısının derinliklerinde, özenle saklanan bir gizem bulunduğunu belli ederdi.

Matmazel Taillefer, belki farkında bile olmadan, birinin gücünün, ötekinin güzelliğinin çekimine kapılmıştı, kaçamak bakışları, gizli düşünceleri, bu kırklık adam ile bu genç üniversiteli arasında gider gelirdi, ama günün birinde, bir rastlantı sonucu, iyi bir eş olacak durumda olmakla birlikte, hiçbiri onu düşünür gibi görünmüyordu. Bu kişilerden hiçbiri içlerinden birinin ileri sürdüğü mutsuzlukların yalan mı, doğru mu olduğunu araştırmak çabasına katlanmazdı ayrıca. Hepsi de karşılıklı durumlarının yol açtığı, kuşkuyla karışık bir ilgisizlik gösterirdi karşısındakilere. Birbirlerinin acılarını yatıştıracak güçten yoksun olduklarını bilirlerdi, avutucu söz dağarcığını da acılarını anlata anlata tüketmişlerdi. Yaşlanmış eşler gibi, birbirlerine söyleyecek hiçbir şeyleri kalmamıştı artık. Aralarında yalnızca makinemsi bir yaşayışın ilişkileri kalmıştı böylece, yağsız çarklar gibi işliyordu. Hepsi de sokakta bir körün önünden dosdoğru geçecek, bir talihsizlik öyküsünü hiç heyecanlanmadan dinleyecek, bir ölümde bir düşkünlük sorununun çözümünü görecek insanlardı, yokluk en korkunç can çekişme karşısında bile ilgisiz bırakıyordu onları. Bu dertli canların en mutlusu Madam Vauquer’di, bu serbest düşkünlerevinin kraliçesiydi o. Sessizlikle soğuğun, kurulukla ıslaklığın bir bozkır gibi uçsuz bucaksız bir duruma soktuğu bu küçük bahçe, onun için güleç bir gölgelikti. Tezgâhın bakır pası kokusunu taşıyan bu sarı ve donuk ev yalnız ona haz verirdi. Bu hücrecikler kendi eviydi.