Her şeyin olabileceği bir yerde ilginç bir şey kalmaz.
Fantastik hikâyeler yazarının, okurunun oyunu doğru bir şekilde oynamasına yardımcı olabilmesi için, onun alçakgönüllüce mümkün olabilecek her türlü yoldan, söz konusu imkânsız varsayımıehlileştirmesine de yardımcı olması gerekir. Okurunu makul bir varsayıma ulaştığını düşündürerek gafil avlayıp, henüz yanılsamadan kurtulamadığı süre içinde de hikâyesini anlatmaya devam etmelidir. İşte hikâyelerimdeki kimi küçük yenilikler bu noktada ortaya çıkmışlardır. Şimdiye kadar, keşiflerle ilgili birtakım fanteziler dışında, fantastik öğeler hikâyenin içine sihirbazlık kullanılarak sokulmuştur. Frankenstein bile, kendi yaptığı canavarı canlandırmak için bir tür abrakadabra sihirbazlığı kullanmıştır. Çünkü yaratığın ruhu ile ilgili bir sorunu vardı. Ama geçen yüzyılın sonuna doğru, insanları artık sihir kullanarak para yapıldığına inandırmak bile çok zor hale gelmişti. Benim aklıma da o geleneksel şeytanla ya da büyücüyle görüşme meselesi yerine, bilimsel abrakadabraları hünerli bir şekilde kullanmanın daha avantajlı olabileceği geldi. Bu öyle büyük bir keşif değildi. Sadece her zamanki fetiş malzemeyi günümüze uyarlamış ve mümkün olduğunca şimdiki kuramlara yaklaştırmaya çalışmıştım.
Sihir numarasından sonra, fantezi yazarının yapacağı tek iş, geri kalan her şeyi insani ve gerçek tutmaya çalışmaktır. Arada sırada can sıkıcı ayrıntıların kullanılması zorunlu ve varsayımla sıkı sıkıya bağlantılı olacaktır. Asıl varsayımın dışında fazladan bir fantastik öğenin kullanılması, buluşa güvenilmesi mümkün olmayan bir saçmalık havası verecektir. Varsayım bir kere öne sürüldükten sonra, ilgilenilmesi gereken tek şey elde edilen yeni bakış açısından insanların neler hissedebileceklerinin ve neler yapabileceklerinin araştırılması olacaktır. Hikâye ya Chamisso’nun Peter Schlemi'de yaptığı gibi birkaç kişisel deneyimin sınırları içinde tutulabilir ya da Guliver’in Geci/eri’nde olduğu üzere insanogullarının kurumlarının ve sınırlamalarının geniş bir eleştirisi olacak şekilde genişletilebilir. Benim Swift’e karşı ta başından beri duyduğum, son derece büyük ve yaşam boyu süren hayranlığım bu derlemede de tekrar tekrar belirmekte ve özellikle de hikâyelerin günümüzün politik ve toplumsal tartışmalarını yansıtmalarına yönelik eğilimimde ortaya çıkmaktadır. Edebiyat eleştirmenlerinin, benim ilk dönem çalışmalarımdaki edebi yeteneğimin ve masumiyetimin bir kısmının kaybolduğuna dair ağlaşıp durmaları ve daha sonraki yıllarda polemiklere girmekle suçlamaları gibi iflah olmaz bir alışkanlıkları vardır. Bu o kadar eskiye dayanan bir alışkanlıktır ki, rahmetli Bay Zangwill bile 1895’teki bir eleştirisinde ilk kitabım Zaman Makinesinin “günümüzdeki huzursuzluklarla” ilgili olduğundan şikâyet etmişti. Aslında Zaman Makineside, tam yirmi sekiz yıl sonra yazılan Men like Gods kadar felsefi, polemiklerle ve yaşama dair eleştirilerle doluydu. Ne daha az ne de daha fazla. Şimdiye kadar yazdığım hiçbir kitapta, toplumsal ya da genel anlamda yaşamı kişisel yaşamdan ayırt etmeyi başaramadım. Günümüzün eleştirmenlerinden ayrıldığım nokta, benim bunların ayrılmaz şeyler olduğunu düşünmemdir.
Yıllarca, bu “bilimsel fantezilerden” her yıl bir iki tane ürettim. Öğrencilik günlerimde uzayın olası bir dördüncü boyutu hakkında sohbet etmekle epeyce meşgul olurduk; benim aklıma da olayların katı bir dört boyutlu uzay-zaman çerçevesinde gösterilebileceği gibi oldukça aşikâr bir düşünce gelmişti ve bu düşünce de Evrim’in her şeyi daha da iyi bir hale getiren ve insanlığın yararına bir güç olduğuna dair o uysal varsayımın tam tersi yönde akan, geleceğe göz atabilmek için bir sihirbazlık numarası olarak kullanılmıştı. Dr Moreau’nun Adası gençlik dönemlerinde Tanrı’nın inkâr edilmesine dayalı fikir egzersizlerinden biridir. Bunu pek itiraf etmesem de, bir evren oluşturmaya yönelik projeler bana bazen iğrenç bir yüz ifadesine sahipmişler gibi gelir. O zaman da böyle görünmüştü ve ben de yaratılış sürecindeki o amaçsız işkenceye dair görüşlerimi açıklamak için elimden geleni yapmaya çalışmıştım.Zaman Makinesi gibi Dünyaların Savaşı da insanların kendilerine dair duydukları hoşnutluğa yapılan bir saldırıydı.
Bu kitapların üçü de, Swift geleneğinin de etkisiyle, bilinçli bir şekilde ümitsizlikle doludur. Ama ben esasında ne kötümser ne de iyimser biriyim. Bence bu bilinçli bir bilgeliğin pek fazla bir şansa sahipmiş gibi görünmediği tümüyle kayıtsızlıkla dolu bir dünya. Ama bununla birlikte terazinin kefelerini kötü tarafa doğru yığarak, bir şeyleri gösterebilme gücü elde etmeye çalışmak da biraz ucuz bir yöntem. Korku hikâyeleri yazmak, neşeli ve insanı coşturan hikâyeler yazmaktan daha kolaydır. The First Men in the Moorida, insanlığa uzaktan bir yerlerden bakabilmek ve belirli konularda uzmanlaşmanın gülünç etkilerini gösterebilmek için, Jules Verne’in tasavvur ettiği ayı hedefleyen atışı biraz daha geliştirmeye çalıştım. Veme radyoyu hiç duymadığı ve geriye bir mesaj gönderme olasılığı olduğunu bilmediği için ayın yüzeyine inmemişti.
1 comment