Perde'nin 4. Sahne'sinde başlar:

LEAR

Acı söyleyen bir kaçık!

SOYTARI

Bak evladım, sen acı kaçıkla, tatlı kaçık arasındaki farkı biliyor musun?

LEAR

Bilmiyorum delikanlı, sen söyle de öğrenelim.

SOYTARI

Kim sana öğüt verdiyse

Pay et topraklarını diye,

Beri gelsin, yanımda dursun–

Diyelim ki, sen osun.

Böylece tatlı kaçık, acı kaçık

Çıkar ortaya apaçık:

(Kendini gösterir.)

Tatlısı bu alacalı

(Lear'i gösterir.)

Acısı da şu olmalı.

LEAR

Yani bana kaçık mı diyorsun, delikanlı?

SOYTARI

Ee, n'apalım, öteki unvanlarının hepsini bağışladın, doğuştan bir bu kaldı sana.

Soytarılık, bir meslek olduğu kadar, felsefi bir şeydir de. Bir soytarının mesleği eğlendirmektir; felsefesi ise doğruyu söylemek ve göstermek, yalana dolana, hileye hurdaya karşı karşısındakini uyarmaktır. Kral Lear'deki Soytarı'nın bir adı bile yoktur, o yalnızca bir maskaradır, o kadar. Ama bir soytarının konumunu da ilk anlayan soytarıdır:

SOYTARI

(...) N'olur amca, soytarına yalanı öğretecek bir öğretmen tut. Yalan söylemeyi öğrenmek istiyorum.

LEAR

Hele bir yalan söyle efendi, kırbacı yersin.

SOYTARI

Hayret doğrusu, nasıl oluyor da kızlarınla aynı soydansın, bir türlü anlamıyorum. Doğru söyledim mi onlar dövüyor, yalan söylersem sen kırbaçlatacaksın, bazen de hiçbir şey söylemediğim için kırbaç yiyorum. Keşke soytarı olmasam da, ne olursam olaydım. Ama amca, yine de senin yerinde olmak istemezdim. Aklını her iki yandan yontup ortada bir şey bırakmamışsın. (I, 4)

Bu öyle bir soytarıdır ki, kendini bir hükümdarın hizmetine vermeyi kabul ederek, soytarılıktan arınıp doğruyu söyleyen bir danışman durumuna girmiştir, bunun bilincindedir o. Bir soytarının felsefesi, herkesin birer soytarı olduğu düşüncesini temel alır ve tabii en büyük soytarı da kendinin soytarı olduğunu bilmeyen kişidir, yani burada hükümdarın kendisidir.

Bu oyunun baş kişisi hiç kuşkusuz Lear'dir. Lear, tamamen Shakespeare'in yarattığı bir kişiliktir. Tarihsel öyküde Lear'in hiçbir karakteri yoktur, anonim tragedyada da o yalnızca bir masalın boyutsuz tipi durumundadır. Hatta anonim tragedyada, Lear efsanedeki görünümünden çok daha cılız, çaresiz ve siliktir.[20] Oysa Shakespeare'in elinde Lear, yüce bir anıt durumuna girer, ama idealize edilmiş, abartılmış bir figür değildir. O, zaafları ve yaşlılığın da verdiği güçsüzlükle yargılarında kör, bencilliği son sınırına varmış bir kraldır. Lear oyunun başlarında kendinden emin, kendine dönük, gururlu, kendinden başkasının düşüncelerine değer vermeyen, hatta karşı çıkanı süren, coşkun, duygusal bir yapıya sahiptir. Oyunun başından sonuna olan gelişimde Lear'in tek yitirmediği de bu coşkusu ve duygusallığı olur. Kral olarak bir ülkeyi yöneten Lear, çok yakınında olan kişileri anlamaya çalışmamıştır, belki bu biraz da kendine dönük olmasından ileri gelen bir durumdur. Ne kızlarının karakteri üzerinde bir bilgiye sahiptir, ne de onu seven, ona yakın olan adamlarını anlamıştır. Onun için de, büyük kızlarının onu pohpohlamalarına kanıp küçük kızın yalınlığını ve dürüstlüğünü anlamaz ve onun haksız yargısına karşı çıkan en yakın dostu Kent'i sürgüne gönderir. Sezgileri körlenmiş, sağduyusunu yitirmiş, uzak görüşlülüğü kalmamış, coşkulu bir kral olan Lear, içgüdülerinde yüce olana, kahramanca olana yatkındır. W. Knight'ın çok yerinde belirttiği gibi o "Akıl yönünden çocuk, duygu yönünden bir dev olan"[21] oyun kahramanıdır. Onun için de, ilişkilerinde naiflikle coşku iç içedir. Oyunun başında, hiç yanılmadığına inanan Lear, oyun geliştikçe, her açıdan yanıldığını anlar ve kendi vicdanıyla baş başa kalır. Bu da onu bir uyumsuzluğa ve ruhsal bunalıma sürükler.[22] Kendi kendiyle çekişmesi bitip gerçeklerin temeline indiğinde de, kısa bir dinlenmeden sonra kendine gelir ve bundan sonra da her hareketinde bilinçlidir.

Cordelia, aslında dıştan belirgin olan, ama üzerinde durdukça karmaşıklaşan bir karaktere sahiptir. Onu yalnızca birkaç sahnede görürüz. Ama onun her sahneye çıkışındaki güzellik ve pathos çok etkileyicidir. Bu etki, bir bakıma


Goneril ve Regan ile karşılaştırılınca daha da belirginleşir.