Saat yediyi çalalı bir hayli oluyordu.
Kalktım, odanın ortasına dikildim. Etraflı düşününce, Madam Gundersen'in odadan çıkmamı isteyişi, işime de geliyordu hani. Bu oda hiç de bana göre değildi aslında; pencerelerde basit, yeşil perdeler asılıydı; gardırop yerine duvarlara acayip çiviler çakılmıştı. Köşedeki fakir harcı salıncak koltuk, bir koltuk bozuntusuydu sadece; ona baktıkça, insanın gülmekten kırılacağı geliyordu. Yetişkin bir adam için alçaktı bir kere, sonra dardı; oturanın kalkabilmesi için bir çizme çekeceğine ihtiyacı vardı adeta. Aslında bu oda fikir işleriyle uğraşanlara göre yapılmamıştı; artık bu odada kalmak istemiyordum. Ne olursa olsun kalmak istemiyordum! Bu kadar zaman ses çıkarmamış, sabretmiş bu izbeye katlanmıştım.
Ümit ve memnunlukla kibirli, hep ikide bir cebimden çıkarıp okuduğum orijinal yazımın tesirinde, bu işin derhal bir çaresine bakmak, buradan taşınmak istiyordum, içinde birkaç temiz yaka ile ekmeğimi sardığım buruşuk bir gazete kağıdı bulunan paketimi aldım; battaniyemi dürüp katladım; yedek beyaz kağıtlarımı cebime koydum. Hiçbir şey bırakmadığıma emin olabilmek için köşe bucağı araştırdım, bir şey bulamayınca pencereye gidip sokağa baktım. Kapalı ve nemliydi gökyüzü; yanmış demirci dükkanında kimseler görünmüyordu; altta avluda duvardan duvara gerili çamaşır ipi ıslaklıktan gerginleşmişti. Bütün bunları öteden beri biliyordum, bildiğim için pencereden çekildim; battaniyemi koltuğuma sıkıştırıp Fenerler İşletmesi'nin ilanı önünde bir reverans yaptım. Matmazel Andersen'in kefenleri önünde eğildim, kapıyı açtım.
Birden ev sahibim kadını hatırladım. Taşındığımdan haberi olmalıydı, kiracısının dürüst bir insan olduğunu anlamalıydı. Odada birkaç gün fazla kaldığım için kendisine yazı ile teşekkür etmek istedim. Artık için feraha çıkmış olması beni öylesine mutlu ediyordu ki ev sahibime, birkaç gün sonra uğrayıp, beş kron vermeyi bile vadettim. Evinde ne efendi bir insan barındırmış olduğunu, ona fazlasıyla göstermek istiyordum.
Yazdığım tezkereyi masaya bıraktım.
Tekrar kapıda durdum, geri döndüm. Artık selamete ermiş olmamın sevinci beni coşturuyor, Tanrıya ve bütün dünyaya karşı minnettar ediyordu. Karyolanın önünde diz çöktüm, bu sabah vakti bana karşı gösterdiği keremi için Allah'a yüksek sesle hamd ettim. Biliyordum; demin yasayıp kağıtlara geçirdiğim ilham cezbesi, ruhumda harikulade bir gökyüzünün eseriydi, dünkü feryatlarıma bir cevaptı, bilmez olur muydum! İşte Tanrı, işte! diye seslendim kendime; kendi sesimden coşup ağladım. Arada duruyor, merdivenlerde kimse olup olmadığına kulak veriyordum. Nihayet kalkıp gittim, bütün katları hiç gürültü etmeden indim, kimselere görünmeden kapıyı buldum.
Sabah saatlerinde yağmış yağmurdan, pırıl pırıldı sokaklar; gökyüzü şehrin üzerine abanmıştı, tek güneş ışığı görülmüyordu. Saat kaçtı acaba? Her zamanki gibi, belediyeden tarafa yürümeye başladım, saatin sekiz buçuk olduğunu gördüm. Birkaç saatim daha vardı Şu halde; ondan, hatta on birden önce yazı işleri müdürüne gitmem boşuna olurdu. Bir müddet dolaşmam, bu arada biraz kahvaltı edebilmenin çarelerini araştırmam gerekiyordu. Bugün de aç aç yatacağım korkusu yoktu artık, hamd olsun geçmişti o günler! Gerilerde kalmış bir devirdi o; korkunç bir rüya idi; bundan böyle işler düzeliyordu: Yeşil battaniye, o ara canımı sıkmaya başlamıştı; herkeslerin önüne böyle bir yükle çıkamazdım ya... Benim için neler düşünmezlerdi! Yürüyor, sonra almak üzere şimdilik bu battaniyeyi nereye bırakabileceğimi düşünüyordum. Aklıma, Semb'e götürüp kağıda sardırmak geldi; hiç değilse görünüşü bir biçime girer, o zaman taşınması da ayıp olmazdı. Dükkana girip kalfalardan birine dileğimi söyledim. Önce battaniyeye, sonra yüzüme baktı. Battaniyeyi alırken, bana öyle geldi ki, küçümser gibi omuzlarını kıpırdattı. Onuruna dokundu bu benim.
"Hey, biraz dikkatli olunuz!" dedim yüksek sesle, "İçinde çok kıymetli iki vazo var; paket İzmir'e gidecek." Bu, işe yaradı, mükemmel işe yaradı.
1 comment