Kendi kendime, bu yazının ola ki gençlere yardımı dokunur, dedim, insaflı düşününce Kant'a yüklenmek istemiyordum; bu kısımda hileye sapabilir, zaman ve mekan meselesine gelince, pek farkına varılmaz şekilde fikir değiştirebilirdim, olup biterdi. Fakat Renan'dan yana çıkmak istemiyordum, eski köy papazı Renan'dan yana... Ne olursa olsun mutlaka, birkaç sütunluk bir makale yazmak gerekiyordu: ödenmemiş kira, sabahları merdivende karşılaştıkça ev sahibi kadının uzun uzun bakışları gün boyu bana azap veriyor, karanlık düşüncelerden uzak, ferah saatlerimde bile peşimi bırakmıyordu.
Saray tepesinden aşağıya inmiş, yürüyordum; önüm sıra giden iki genç kadın gördüm. Yanlarından geçerken birisinin koluna süründüm, basımı kaldırıp baktım: dolgun, ama renksizceydi yüzü. Birden kızarıveren bu yüz, garip bir güzelliğe büründü. Neden kızarmıştı, bilmiyorum; belki yoldan geçenlerin birisinden duyduğu bir söz yüzünden, belki de sadece, aklına bir şey gelmişti de onun için. Koluna dokundum diye mi yoksa? Kabarık göğsü bir iki kere hızlı hızlı inip kalktı; şemsiyesinin sapım kuvvetlice sıkıyordu eli. Nesi vardı?
Durdum, yol verdim, onlar yine önüme geçtiler. Yürüyemez olmuştum, hadise tuhafıma gitmişti. Heyecanlıydım, kurşun kalemi yüzünden içerliyordum kendime; aç mideme indirdiğim yiyecek, beni şiddetle uyarmıştı. Birdenbire aklıma esti, düşüncelerimin yönü, acayip bir şekilde değişiverdi: Kendimi garip bir kaprise kaptırarak, bu kadınları korkutmak, peşlerine takılmak, ne yapıp yapıp onları kızdırmak istedim.
Arkalarından yetiştim, yanlarından geçtim, sonra, ansızın geri dönüp yakından görmek için deminki kadınla yüz yüze geldim, durup gözlerine diktim gözlerimi. Hemen oracıkta, evvelce hiç duymadığım bir isim uydurdum kafamda, ahengi akıcı ve sinirli bir isim: Ylajali. Genç kadın az daha yaklaşınca doğruldum, inandırıcı bir sesle: "Kitabmızı düşürdünüz, Matmazel!" dedim.
Bunu söylerken kalbimin çarptığım duydum.
Yanındaki arkadaşına: "Ne kitabı?" diye sordu, yürüdü. Şirretliği ele almıştım, peşlerine düştüm. Hareketimin pek budalaca olduğunu o anda gayet iyi biliyordum, ama önlemek elimden gelmiyordu. Karma karışık zihnim bana en çılgınca ilhamları veriyor, ben de sırasıyla hepsine boyun eğiyordum. Budalalığımı kendime ne kadar hatırlatırsam hatırlatayım, genç kadının peşinde en salakça mimikleri yapmaktan, kaş göz oynatmaktan yine de geri kalmıyordum. Yanından önüne geçerken birkaç kare hızlı hızlı öksürdüm. Arada hep birkaç adım mesafe bırakarak, önü sıra çok yavaş yürüyor, bakışlarım sırtımda hissediyor, onu taciz etmekten duyduğum utançla elimde olmadan küçülüyordum. Gitgide içimde, buralardan uzaklarda, başka yerlerde olduğum hissi, böyle tuhaf bir idrak yer etti: Belli belirsiz bir duygu, bana, şu kaldırım taşları üzerinde yürüyen, sinip küçülen kimsenin ben olmadığımı söylüyordu.
Birkaç dakika sonra genç kadın, Pascha kitabevi önünde bulunuyordu, ben ilk vitrinin önünde durmuştum. Yanımdan geçerken yolunu kestim, tekrarladım:
- Kitabınızı düşürdünüz, Matmazel!
- Yoo, ne kitabı?" dedi, ürkmüş bir vaziyete, "Söylediği hangi kitap, sen anladın mı?"
Ve genç kadın durdu. Şaşkınlığı beni müthiş keyiflendiriyor, gözlerindeki aciz ifade beni büyülüyordu. Benim ufak ve üzgün seslenişimdeki mânâyı kavrayamazdı o! Yanında kitap falan yoktu, bir kitabın tek yaprağı bile yoktu, ama yine de ceplerine bakındı, tekrar tekrar ellerine baktı, başını çevirip arkasına, geldiği yola baktı. Küçük, alıngan beyni benim hangi kitaptan bahsettiğimi bulmak için alabildiğine işliyordu. Yüzü renk değiştiriyor, ifadeden ifadeye geçiyordu; soluduğu duyuluyordu. Elbisesindeki düğmeler bile, korkudan fal taşı gibi açılmış bir dizi göz halinde göründü gözüme.
"Ah, bırak şunu!" dedi arkadaşı, ve genç kadını kolundan çekti. "Baksana, adam sarhoş!"
O anda kendimi ne kadar yadırgarsam yadırgayayım, göze görünmeyen tesirlerin istediği kadar esiri bulunayım, etrafımda olup bitenleri pekala fark ediyordum. Kahve rengi,
iri bir köpek karşı kaldırıma sıçradı, binalardan yana koştu; aşağıya doğru, Tivoli istikametinde uzaklaştı. Nikel pirinç karışımı, ensiz bir tasma vardı boynunda. İlerde sokak
üstünde bir binanın ilk katında bir pencere açıldı, kolları sıvalı bir kız, uzamış dış camları silmeye koyuldu.
1 comment