Dikkatinden hiçbir şey kaçmıyordu, açık ve uyanıktı zihnim; her şey dört yanıma ansızın keskin bir ışık yayılmış gibi, parıltılı bir berraklıkla üzerime boşalıyordu. Önümdeki hanımların şapkalarında birer mavi kuş tüyü vardı, boyunlarında ekose ipek kurdeleler... Kardeştiler galiba.
Bir sokağa saptılar, Cisler'in müzik mağazası önünde durup konuştular. Ben de durmuştum. Sonra döndüler, önceki yollarında yürümeye başladılar, yine önümden geçtiler Üniversite caddesinin köşesinden kıvrılıp doğruca yukarıya, Sankt Olaf meydanına yöneldiler. Bütün bu zaman zarfında ben onları yılmadan adım adım takip ediyordum. Bir defasında başlarım çevirdiler, hem korku, hem de merak içinde bana baktılar. Ne tavırlarında bir kızgınlık gördüm, ne de kaşlarında çatıklık. Sırnaşıklığıma karşı gösterdikleri bu sabır, beni fena halde utandırdı, önüme baktım. Onları artık daha fazla taciz etmek istemedim, bir minnet hissiyle sadece, gözlerimle takip etmek, bir yere girip gözden kayboluncaya kadar peşlerinden bakmak istedim.
2 numaralı evin önünde üç katlı, büyük bir ev başlarım bir daha çevirdiler, sonra eve girdiler. Fıskiyeli havuzun yanındaki sokak fenerine dayandım, merdivenleri tırmanan ayak seslerine kulak verdim; sesler ilk katta kesildi. Işıktan çekildim, eve yukarı baktım. Birden garip bir şey oldu, yukarda perdeler kımıldadı, az sonra bir pencere açıldı, bir baş dışarı baktı, bakışları bir tuhaf iki göz, üzerime çevrildi. Ylajali! dedim hafifçe, ve kızardığımı hissettim. Niçin imdat istemiyordu? Niçin saksılardan birini itip başıma, düşürmüyor, yahut aşağıya birisini yollayıp beni kovdurmuyordu? Durmuş, kımıldamadan, göz göze bakıştık, bir dakika sürdü bu. Pencereyle sokak arasında düşünceler mekik dokuyor, ama tek söz söylenmiyordu. Sonra geri döndü. Beynimde bir ürperti, ince bir titreme oldu: Bir omuz gördüm, döndü; bir sırt gördüm, odanın içinde gözden silindi. Pencereden bu usulca ayrılış, omzun kımıldanışındaki bu ifade, bana verilen bir selamdı sanki. Bunun gizli bir selam olduğunu anlamıştım, kendimi o anda pek mutlu hissettim. Sonra geri dönüp sokağın aşağısına yürüdüm.
Ardıma bakmaya cesaret edemiyor, onun tekrar pencereye gelip gelmediğini bilmiyor, bunu düşündükçe de sinirleniyor, tedirgin oluyordum. O ihtimal şu anda pencerenin önünde, noktası noktasına hareketlerimi takip ediyor, böyle arkadan gözetlendiğini bilmekse insanı çileden çıkarıyordu. Elimden geldiği kadar dik yürümeye çalışıyordum. Bacaklarımda seğirtiler başlamıştı, kasten güzelleştirmek istediğim yürüyüşüm sallantılı oluyordu. Sakin, kayıtsız görünmek için gelişi güzel, kollarımı sallıyor, yola tükürüyor, bunumu havaya kaldırıyordum; ama hiç biri çare etmiyordu. Peşimi bırakmayan gözleri hep ensemde hissediyor, vücudumdan soğuk ürpertilerin geçtiğini duyuyordum. Nihayet bir yan sokağa saparak kendimi kurtardım, buradan Pilestraede yolunu tuttum, kurşun kalemimi almaya gidiyordum.
Kalemi geri almam, kolay oldu. Adam yeleği getirdi, bütün ceplerine bir kere bakmamı rica etti. Birkaç rehin makbuzu daha bulup yanıma aldım, gösterdiği lütuftan dolayı nazik adama teşekkür ettim. Ona karşı gittikçe artan bir yakınlık duyuyor; onun, hakkımda bilhassa iyi bir kanaat edinmesini istiyor, o anda buna fazla kıymet veriyordum.
1 comment