Bu durumda, sarkaç, salınımın öteki uç noktasına ulaşır, aradaki mesafe azamidir. Bir dakika sonra, sarkaç eski konumuna geri döner; bir kez daha, sayılan bütün nedenler bir yana, durum son derece doğaldır! Kalp çarpmaya devam eder; ayrıca giden kadın, yanımızdaki kadın değildir artık. Yanımızdayken fazlasıyla bildik olan hayatına, birden kaçınılmaz olarak içine karışacağı başka hayatlar eklenir; belki de bizi o hayatlara karışmak için terk etmiştir. Giden kadının hayatındaki bu yeni zenginlik, geriye dönük olarak, yanımızdaki, belki de gidişini tasarlamakta olan kadını etkiler. Bizim yanımızdaki hayatına, ona yönelik, fazlasıyla aşikâr bıkkınlığımıza, kıskançlığımıza ilişkin, (birçok kadın tarafından terk edilmiş olan erkeklerin, kişilikleri ve daima aynı olan, hesaplanabilir tepkileri nedeniyle hemen her defasında aynı şekilde terk edilmelerine yol açan –herkesin kendine has bir üşütme şekli olması gibi, kendine has bir aldatılma şekli olmasına yol açan), çıkarsama yoluyla bulabildiğimiz ve bizim için fazla esrarengiz olmayan psikolojik gerçekler dizisiyle çakışan, bizim bilmediğimiz bir dizi gerçek daha vardır muhtemelen. Bir süredir filanca erkekle veya kadınla, yazışarak ya da sözlü olarak, bir aracı kullanarak haberleşiyor, bir işaret bekliyor olsa gerektir; belki de, M. X'le buluşacağı günün öncesinde, M. X'in beni ziyarete geleceğini aralarında kararlaştırmışlarsa, bu işareti, "M. X dün beni ziyarete geldi," diyerek, bilmeden biz kendimiz vermişizdir. Ne çok muhtemel varsayım mevcuttur! Ama sadece muhtemeldirler. Gerçeği, sadece ihtimal olarak kafamda o kadar iyi kuruyordum ki, bir gün yanlışlıkla, metreslerimden birine gelen, şifreli bir mektubu açıp, Saint-Loup Markisine gitmek için hâlâ bir işaret bekliyorum, yarın telefonla haber verin sözlerini okuduğumda, bir kaçış planı kurdum kafamda; Saint-Loup Markisi ismi, aslında başka bir şeyi temsil ediyordu, çünkü metresim Saint-Loup'yu tanımıyordu, ama ismini benden duymuştu, ayrıca imza da bir tür lakaptı, okunması imkânsızdı. Gerçekte ise, bu mektup metresine değil, aynı binada oturan başka birine gelmiş, zarfın üstündeki isim yanlış okunmuştu. Mektup şifreli değil, bozuk bir Fransızca'yla yazılmıştı, çünkü mektubu yazan, Amerikalı bir kadındı ve Saint-Loup'dan öğrendiğime göre, gerçekten de onun arkadaşıydı. Bu Amerikalı kadın bazı harfleri tuhaf bir şekilde yazdığı için de, gerçek ama yabancı olan ismini lakap zannetmiştim. Kısacası, o gün şüphelerimde tamamen yanılmıştım. Ama bütün bu yanlış verileri birleştiren zihinsel çatı, gerçeğin o kadar sarsılmaz ve doğru bir kalıbıydı ki, üç ay sonra, (o sıralar bütün hayatını benimle birlikte geçirmeye niyetli olan) metresim beni terk ettiğinde, olay, tıpatıp ilk defasında benim hayal ettiğim şekilde gerçekleşmişti. Benim ilk mektuba yanlışlıkla atfettiğim özelliklerin aynılarını içeren bir mektup geldi, ama bu kez gerçekten bir işaret anlamı taşıyordu ve bu olay, hayatta başıma gelen en büyük felaketti. Her şeye rağmen, bu felaketin sebeplerini öğrenme isteğim, merakım, belki kederimden de fazlaydı: Albertine kimi arzulamış, kiminle buluşmuştu? Ne var ki, böyle büyük olayların kaynağı, nehirlerin kaynağına benzer; yeryüzünü baştan başa dolaşsak da, o kaynağı bulamayız. Dernek ki Albertine uzun zamandır bu kaçışı planlamıştı; Albertine'in, beni öpmeyi reddettiği günden itibaren, canından bezmiş gibi kaskatı, donuk bir halde dolaştığını, en basit şeyleri kederli bir sesle söylediğini, hareketlerinin ağırlaştığını ve hiç gülümsemediğini söylememiştim (çünkü o sırada bu hali bana sadece şımarıklık, huysuzluk gibi gelmişti; Françoise aynı şeyi yaptığında, "surat asmak" derdik). Dışarıdan biriyle gizli bir anlaşma içinde olduğunu kanıtlayan en ufak bir ipucu bulduğumu söyleyemem. Françoise'ın daha sonra anlattığına göre, gidişinden iki gün önce, odasına girdiğinde, içeride kimse yokmuş, perdeler kapalıymış, ama Françoise, havadaki kokudan ve gürültüden, pencerenin açık olduğunu anlamış. Gerçekten de, Albertine'i balkonda bulmuş. Ama balkondan, biriyle haberleşmiş olmasına ihtimal vermiyorum; ayrıca, pencere açıkken, perdelerin kapalı olması, benim hava cereyanlarından korkmamla açıklanabilir; perdeler, beni cereyandan pek koruyamasa da, panjurların o kadar erken bir saatte açık olduğunu Françoise'ın koridordan görmesini engellerdi. Hayır, bir gün önce gitmeye kararlı olduğunu gösteren küçücük bir işaret dışında, hiçbir şey bulamıyorum. Albertine, gitmeden bir gün önce, ben fark etmeden, odamdan bol miktarda ambalaj kâğıdı ve bezi almış, evi sabah terk edebilmek amacıyla, gece boyunca, bütün sabahlıklarını tek tek paketlemişti. Tek ipucu bu. O akşam, bana olan bin frank borcunu neredeyse zorla ödemiş olmasına özel bir önem atfetmiyorum, olağan bir davranıştı, çünkü para konusunda çok titizdi.
Evet, ambalaj kâğıtlarını gidişinden bir önceki gece almıştı, ama bu, gideceğini daha önce bilmediği anlamına gelmiyordu! Çünkü Albertine üzüldüğü için gitmemişti; gitme kararı yüzünden, hayalini kurduğu hayattan vazgeçtiği için üzgün bir havaya bürünmüştü. Üzgündü, bana karşı neredeyse resmi denecek kadar soğuktu; yalnız, odamda istediğinden daha uzun süre kaldığı –Albertine geceyi hep uzatmak istediği için, odasına gitmek istemesi beni şaşırtmıştı– o son gece, kapıda durup, "Hoşçakal yavrucuğum, hoşçakal yavrucuğum," dedi. O sırada bu sözlerin üzerinde durmadım. Françoise'ın anlattığına göre, ertesi sabah, Albertine gideceğini ona bildirirken hâlâ o kadar kederliymiş, önceki günlerden bile katı ve donukmuş ki, "Hoşçakalın Françoise," derken, Françoise yere yığılacağını zannetmiş (ne var ki bu, yorgunlukla da açıklanabilirdi, Albertine üstündeki kıyafeti dahi çıkarmamış, bütün gece, odasında ya da banyosunda bulunmayan, Françoise' dan istemek zorunda olduğu eşyaların dışındaki eşyaları paketlemişti).
1 comment