''Niye?''

Ejder, pek önemli bir şey söylüyormuş gibi, ''Üstüne başına çok titizdir de ondan'' dedi.

Alice afallamıştı. Gözlerini açarak ''üstüne başına çok titiz midir?'' diye yineledi.

Ejder ''Elbet ya'' dedi. ''Sen ne yapıyorsun da böyle çiçek gibi oluyorsun? Yani giysin neden kirli değil?''

Alice üstüne bir baktı, yanıt vermeden önce biraz düşündü. ''Herhalde çok sık temizleniyor da ondan olacak.''

Ejder, ciddi bir sesle, ''İşte, mezgitler de öyle. Yalnızca, suda yaşadıkları için altüst olmuş, temizken mezgit olmuşlar.''

Alice büsbütün merakla, ''Peki temizliği neyle yapıyorlar?'' diye sordu.

Ejder adeta sinirlenerek, ''Neyle olacak sünger ve mürekkep balığıyla" diye yanıtladı. ''Bunu hangi Levrek olsa bilir.''

İçinden hâlâ şarkıyı düşünen Alice ''Ben mezgit balığının yerinde olsaydım Domuzbalığı'na, 'Biraz geride kalın lütfen, sizi yanımızda istemiyoruz!' derdim'' dedi.

Yalancı Kaplumbağa ''Ama ne yapsınlar, birlikte götürmeleri gerekiyordu'' dedi, ''aklı başında bir balık yanına bir Domuzbalığı almadan bir yere gitmez.''

Alice şaşmıştı. ''Sahi gitmez mi?''

Yalancı Kaplumbağa ''Elbet'' dedi, ''bir balık bana gelip yolculuğa çıktığını söyleyecek olsa, ona ilk soracağım şey, 'Hangi dostuzla?' demek olurdu.''

Alice ''Hangi dostunuzla mı demek istediniz yoksa?'' diye sordu.

Yalancı Kaplumbağa, gücüne gitmiş gibi ''Ne söylüyorsam, onu demek istiyorum'' dedi. Ejder de ekledi: ''Hadi, biraz da senin başından geçenleri dinleyelim.''

Alice biraz çekinerek ''Size anlatacak şeylerim yok değil, ama bu sabahtan başlarsak; düne dönmenin bir yararı yok artık, çünkü dün bambaşka bir insandım.''

Yalancı Kaplumbağa ''Bütün bunları açıkla bakalım'' dedi.

Ejder sabırsızlanmış gibi ''Yok, önce başından geçenleri anlat'' dedi, ''bir kez açıklama başladı mı, sonu gelmez!''

Bunun üzerine Alice de Beyaz Tavşan'ı ilk görüşünden tutturarak öyküsünü anlatmaya başladı. Önceleri, ta burnuna girercesine biri bir yanına, biri öbür yanına oturup, gözlerini ağızlarını alabildiğine açtıkları için Alice oldukça huylandı ama, anlatırken anlatırken buna da alıştı.

Dinleyicileri, Tırtıl'a ''Yaşlı William Baba'' şiirini yinelediği ve sözcükleri hep yanlış söylediği yere gelinceye kadar, onu sesleri çıkmadan dinlemişlerdi; oraya gelince Yalancı

Kaplumbağa uzun bir soluk alarak ''çok acayip'' dedi.

Ejder de ''Bundan acayip şey dünyada olmaz!'' dedi.

Yalancı Kaplumbağa düşünceli düşünceli yineledi ''Hepsi yanlış çıktı ha! Şimdi de bir ezber okusa keşke. Söyle de başlasın!'' Bunun söylerken Ejder'e baktı, galiba onun Alice'e söz geçirdiğini varsayıyordu.

Ejder ''Hadi kalk da 'Bu, tembelin sesidir' şiirini oku bakayım'' dedi.

Alice ''Bu yaratıklar da insana durmadan buyurup ders yineletiyorlar!'' diye düşündü, ''Okulda olsam daha iyi.'' Ama, yine söz dinleyerek kalktı, şiiri okumaya başladı. Fakat kafasıIstakoz Kadrili'yle öyle altüst olmuştu ki ne söylediğinin kendi bile ayrımında değildi, şiir gerçekten çok acayip bir şey oldu:


Bu ıstakozun sesidir, işittim, diyordu ki:

Beni fazla pişirdiniz, saçım şekerlenmeli.

Ördek gözkapaklarıyla kendini süsler püsler,

O da burnuyla sonra ayaklarını düzler.

Kumlar hele kurumasın, keyfine bulunmaz son:

''Köpek balığı ha!'' deyip burun kıvırır tonton!

Ama sular yükselip de o köpek balıkları

Dolaşmaya çıktılar mı, titreşir bıyıkları.''


Ejder ''Küçükken bu şiiri ben de söylerdim, ama bu benimkine hiç benzemiyor'' dedi.

Yalancı Kaplumbağa da ''Ben daha önce duymamıştım'' dedi ''ama saçmalığına müthiş saçma!''

Alice sesini çıkarmadı, oturup ellerini çenesine dayayarak, ''Acaba bir daha hiçbir şey alıştığım yolda olmayacak mı?'' diye düşünmeye başladı.

Yalancı Kaplumbağa ''Şu şiiri bir açıklasan iyi olacak" dedi.

Ejder hemen atıldı ''Edemez ki ayol!'' dedi, ''iyisi mi, ikinci dörtlüğe geç.''

Yalancı Kaplumbağa diretti: ''Ayaklarını nasıl düzlüyormuş, anlamadım.''

Alice ''Dansın ilk figürü budur!'' dedi; ama kendisinin de aklı bunların hiçbirine ermemişti, sözü değiştirmeye can atıyordu.

Ejder ''Hadi, hadi uzatma da ikinci kıtaya geç'' dedi. ''Hani 'Bahçesinden geçiyorken' diye başlar.''

Alice, yine hepsini karmakarışık edeceğini biliyordu ama karşı gelmeye cesaret edemedi ve titrek bir sesle okumaya koyuldu:


''Bahçesinden geçiyorken tek gözle bir bakınca

Gördüm Baykuş'la Pars böcek bölüşüyorlar hakça.

Pars almış yufkasıyla arasındaki eti,

Baykuşun payına da düşmüş tabağın dibi.

Böreğin hepsi bitince, nimet diye Baykuş'a

Kaşık geldi armağan, kullanılan sofrada

Pars'sa çatalla bıçağı aldı, ama homurdanarak;

Şölenin sonunda da...''


Yalancı Kaplumbağa, şiiri yarıda keserek ''Bir yandan açıklamadıktan sonra bütün bu sözleri yinelemenin ne yararı var?'' dedi. ''İnsanın aklını bu kadar karıştıran şey ömrümde duymadım!

Ejder ''Evet, artık burada kesseniz iyi edersiniz'' deyince Alice öyle sevindi ki sormayın.

Ejder sözü bırakamayarak ''Istakoz Kadrili'nden bir figür daha mı deneyelim, yoksa Yalancı Kaplumbağa bir şarkı mı söylesin?'' diye sordu.

Alice öyle bir istekle atılıp ''Eğer Yalancı Kaplumbağa isterse ne olur bir şarkı!'' diye yanıtladı ki Ejder gücenik bir sesle ''Eh, herkes aynı şeyden hoşlanmaz! Hadi şuna

Kaplumbağa Çorbası şarkısını söyle, aslanım!'' dedi.

Yalancı Kaplumbağa, derin derin içini çektikten sonra, zaman zaman hıçkırarak şarkısına başladı:


Canım çorba, bol sebzeli, yemyeşil,

Sıcak kâsesinde hazır; kim değil?

Kim bu nefis şeyi içmek istemez?

Akşam çorbası bu, değil ki pekmez!


Akşam çorbası bu, değil ki pekmez!


Canım çorba!

Canım çorba!

Akşam çorbası,

Canım canım çorba!


Canım çorba, kim aldırır balığa?

Av etine aptal olan saldırır!

Feda olsun her türlü yemek içmek,

Bir kaşık çorba bir şölen demek!

Bir kaşık çorba bir şölen demek!


Canım çorba!

Canım çorba!

Akşam çorbası,

Canım canım çorba!


Ejder ''Ara nağme bir daha!'' diye haykırdı, Yalancı Kaplumbağa da tam yineliyordu ki uzaktan ''Mahkeme başlıyor!'' diye bir ses işitildi.

Ejder ''Hadi gel'' diye bağırdı, sonra Alice'in elinden tuttu, şarkının sonunu beklemeden, koşmaya başladı.

Alice soluk soluğa ''Ne mahkemesi bu?'' diye sordu; fakat Ejder yalnızca ''Hadi yürü!'' diyerek daha da hızlandı. Bu arada gittikçe uzaklaşan üzüntülü bir sesin söylediği şu şarkıyı rüzgâr onlara kadar getiriyordu:

''Akşam çorbası!

Canım canım çorba!''

XI
ÇÖREKLERİ KİM ÇALDI?

Mahkeme salonuna girdiklerinde, Kral ve Kraliçe tahtlarına kurulmuşlardı; çevrelerine de türlü türlü küçük kuş ve hayvanla bir deste iskambil toplanıp yığılmıştı. Önlerinde, iki yanında birer nöbetçi askerle, elleri kelepçelenmiş Yürek Oğlanı duruyordu. Kral'ın yanıbaşında da, bir elinde kıvrılmış bir kâğıt, öbür elinde de bir borazan tutan Beyaz Tavşan vardı. Mahkeme salonunun tam ortasında, üzerinde koca bir tabak dolusu çörek duran, bir masa bulunuyordu. Görünüşleri o kadar nefisti ki bakarken Alice'in ağzı sulandı, kendi kendine ''Şu mahkeme bitse de, sıra yiyip içmeye gelse!'' diye düşündü. Ama şimdilik böyle bir şey olacağa pek benzemiyordu, onun için Alice de vakit geçsin diye çevresine bakınmaya başladı.

Bundan önce hiç mahkemede bulunmamıştı, ama kitaplardan bir şeyler öğrenmişti: orada bulunan hemen her şeyin adını bildiğini görünce pek hoşlandı. ''Şu yargıç olmalı'' diye düşündü, ''Çünkü başında takma saçları var.''

Yargıç Kral'dı. Pudralı perukasının üzerine tacını giymişti (ne biçim giydiğini görmek istiyorsanız kitabın başındaki resme bakın), onun için hiç rahata benzemiyordu; zaten yakışıksız da kaçmıştı.

Alice kendi kendine ''Şu da yargıcılar bölümü'' dedi. ''Şu on iki yaratık da'' (''Yaratık'' demek zorunda kalmıştı, çünkü içlerinden kimi hayvandı, kimi kuş) ''yargıcılar kurulu olsa gerek.'' Bu son sözleri, böbürlenerek, iki üç kez yineledi.

Çünkü ''Benim yaşımda bunun anlamını bilen kız az bulunur!'' diye düşünüyordu (yalan da değildi); neyse ''yargıcılar kurulu üyesi'' dese de olurdu ya.

On iki kurul üyesi taş tahtalarının üzerine harıl harıl bir şeyler yazıyorlardı. Alice Ejder'e ''Bunlar ne yazıyor böyle?'' diye fısıldadı. ''Daha yargılama başlamadı ki, bir şey yazsınlar.''

Ejder yavaşça yanıtladı: ''Mahkeme sonunda belki unuturuz diye adlarını yazıyorlar.''

Alice, hoşlanmadığını belli ederek, yüksek sesle ''Aptallar!'' diye söze başlamıştı ki hemen sustu; çünkü Beyaz Tavşan ''ses yok!'' diye haykırmış, Kral da gözlüklerini takarak kim konuşuyor diye çevresine bakınmıştı.

Alice, yargıcıların omuzları üzerinden bakıyormuş gibi, taş tahtalarına ''Aptallar!'' diye yazdıklarını görüyordu. Hatta içlerinden biri ''aptal'' sözcüğünün nasıl yazıldığını bilmiyordu da yanındakine sordu. Alice ''Daha mahkeme bitmeden tahtaları çorbaya dönecek!'' diye düşündü.

Yargıcılar Kurulu üyelerinden birinin kalemi çok kötü cızırdıyordu. Alice'in içi gıcıklandı, buna hiç dayanamazdı, çevreden dolaşıp üyenin arkasına geçti ve bir sırasını getirip kalemini kapıverdi. Bu işi öyle el çabukluğuyla yapmıştı ki zavallı üye (o da kertenkele Bill'miş) kaleminin nereye gittiğini bir türlü anlayamadı, boş yere aranıp durduktan sonra artık bir parmağıyla yazmak zorunda kaldı; ama bu da bir işe yaramadı, çünkü tahta üzerinde iz miz kalmıyordu.

Kral ''Çağırıcı, suçlamayı oku!'' diye Beyaz Tavşan'a buyurdu.

Bunun üzerine, Tavşan borazanını üç kez öttürdü, sonra elindeki tomarı açarak şunları okudu:


''Yürek Kraliçesi oturup bir yaz günü 

Âlâ çörekler yaptı:

Öyle bir göz koymuştu ki Yürek Oğlanı

Ne var ne yoksa kaptı!''


Kral yargıcılar kuruluna dönerek ''Hadi yargınızı verin'' diye buyurdu..

Tavşan telaşla Kral'ın sözünü keserek ''Daha değil, daha değil!'' dedi ''ondan önce görülecek çok iş var!''

Kral, ''İlk tanığı çağır bakalım!'' dedi; Beyaz Tavşan borazanını üç kez öttürerek bağırdı, ''Birinci tanık!''

İlk tanık Şapkacı'ydı. Mahkemeye bir elinde çay fincanı, ötekinde tereyağlı ekmekle gelmişti.

''Bunları birlikte getirdiğim için bağışlayın Kral Hazretleri'' diye söze başladı ''fakat beni çağırmaya geldikleri vakit çayımı henüz bitirmemiştim.''

Kral ''Bitirmeliydin!'' dedi. ''Ne zaman başladındı?''

Şapkacı, Tarla Faresi'yle kolkola girip Adliye'ye kadar arkasından gelen Mart Tavşanı'na bir baktı ve ''Yanılmıyorsam Mart'ın on dördünde'' diye yanıtladı.

Mart Tavşanı ''Hayır on beşinde'' dedi.

Tarla Faresi de ''Yok yok, on altısında'' diye ekledi.

Kral yargıcılan kuruluna ''Bunları yazın!'' dedi, onlar da kalemlerine sarılıp üç tarihi tahtalarına geçirdiler, sonra hepsini toplayarak yanıtı lira kuruş olarak buldular.

Kral Şapkacıya ''Şapkanı çıkarsana!'' dedi. 

Şapkacı "Benim değil ki!" diye yanıtladı.

Kral yargıcılar kuruluna dönerek ''Çalınmış!'' diye haykırdı; onlar da bu noktayı kayda geçirdiler.

Şapkacı derdini anlatmaya çalışarak ''Hayır efendim, satmak için yapmıştım.