Amok Koşucusu

Der Amokläufer, Stefan Zweig © 1990, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti. Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
1. basım: 1990 11. basım: Eylül 2013, İstanbul E-kitap 1. sürüm Ocak 2014, İstanbul Eylül 2013 tarihli 11. basım esas alınarak hazırlanmıştır.
Kapak tasarımı: Ayşe Çelem Design
ISBN 9789750721182
CAN SANAT YAYINLARI YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ. Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray, İstanbul Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33 www.canyayinlari.com [email protected] Sertifika No: 10758
STEFAN ZWEIG
AMOK
KOŞUCUSU
ÖYKÜ
Almanca aslından çeviren
İlknur Özdemir

Stefan Zweig’ın Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Dünün Dünyası, 1985
Yarının Tarihi, 1991
Lyon’da Düğün, 1992
İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, 1995
Günlükler, 1997
Satranç, 1997
Değişim Rüzgârı, 1998
Amerigo, 2005
Sabırsız Yürek, 2006
Marie Antoinette, 2006
Joseph Fouché, 2007
Rotterdamlı Erasmus, 2008
Balzac, 2009
Bir Kadının Yaşamından 24 Saat ve Bir Yüreğin Ölümü, 2009
Macellan, 2010
Clarissa, 2010
Hayatın Mucizeleri, 2011
Montaigne, 2012
STEFAN ZWEIG, 1881’de Viyana’da doğdu. Avusturya, Fransa ve Almanya’da öğrenim gördü. Savaş karşıtı kişiliğiyle dikkat çekti. 1919-1934 yılları arasında Salzburg’da yaşadı, Nazilerin baskısı yüzünden Salzburg’u terk etmek zorunda kaldı. 1938’de İngiltere’ye, 1939’da New York’a gitti, birkaç ay sonra da Brezilya’ya yerleşti. Önceleri Verlaine, Baudelaire ve Verhaeren çevirileriyle tanındı, ilk şiirlerini ise 1901’de yayımladı. Çok sayıda deneme, öykü, uzun öykünün yanı sıra büyük bir ustalıkla kaleme aldığı yaşamöyküleriyle de ünlüdür. Psikolojiye ve Freud’un öğretisine duyduğu yoğun ilgi, Zweig’ın derin karakter incelemelerinde ifade bulur. Özellikle tarihsel karakterler üzerine yazdığı yorumlar ve yaşamöyküleri, psikolojik çözümlemeler bakımından son derece zengindir. Zweig, Avrupa’nın içine düştüğü siyasi duruma dayanamayarak 1942’de Brezilya’da karısıyla birlikte intihar etti.
İLKNUR ÖZDEMİR, İstanbul’da doğdu. İstanbul Alman Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oldu. Almanca ve İngilizceden çok sayıda çeviri yaptı. Başlıca çevirileri arasında Yalnızlığın Keşfi (Paul Auster), Tarçın Dükkânları (Bruno Schulz), Stiller (Max Frisch), İrlanda Güncesi (Heinrich Böll), Saatler (Michael Cunningham), Küçük Şeylerin Tanrısı (Arundhati Roy), Utanç (Coetzee), Katran Bebek (Toni Morrison), Bech Döndü (John Updike), Gün Boyu Gece Yarısı (Hanif Kureishi) sayılabilir.
BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ
Normandiya yolculuğu insanı bıktıracak kadar uzamıştı, ancak daha Courbépine’deki ilk gününde eski neşesine kavuştu. Yerinde duramayan, kıpır kıpır, sürekli yeni şeyler peşinde koşan ruhu, kırlarda yaşanan o pırıl pırıl yaz günlerinin kucağına kendini atıverdi. Deli dolu şeyler yaptı, saçlarına açık renkli kurdeleler taktı, bembeyaz giysisiyle, içinde çoktan ölmüş olduğunu sandığı o küçük kız çocuğuna uyup ağaçlıklı yollarda koşarak, çitlerin üzerinden atlayarak, vızıldayan kelebeklerin peşinden koşarak eğlendi. Koştu da koştu ve yıllardır ilk kez yürürken bütün uzuvlarını ritmik bir biçimde gevşetmenin nasıl da büyük bir keyif verdiğini hissetti, sarayda geçirdiği günlerde unutmuş olduğu yalın yaşamın her yönünü büyük bir zevkle yeniden keşfetti. Zümrüt yeşili otların arasında yatıp gökyüzünü seyretti. Ne tuhaf, yıllardır bir bulutu seyrettiği olmamıştı; Paris’in evlerinin üstündeki bulutların da böyle güzel kenarlı, böyle puf puf beyaz, böyle tertemiz ve kaygan olup olmadığını merak etti. İlk kez gökyüzünü gerçek bir şey olarak algılıyordu. Gökyüzünün beyaz benekler serpiştirilmiş mavi kubbesi ona, bir zamanlar bir Alman Prensinin, doğum gününde armağan etmiş olduğu muhteşem Çin vazolarını anımsattı, ama bu gökyüzü çok daha güzeldi, çok daha dolu ve daha mavi ve ipek gibi yumuşacık, hoş, güzel kokulu havayla doluydu. Hiçbir şey yapmamak onu keyiflendirdi. Paris’teyken davetten davete koşardı, şimdi kendisini saran sessizlikse taze bir pınar gibiydi. Ver- sailles’da çevresini alan bütün insanların kendisi için önemsiz olduğunu, onları ne sevdiğini ne de onlardan nefret ettiğini, hepsinin tıpkı şurada, ormanın kenarında ellerinde iri, parlak oraklarla duran ve ara sıra, belli etmeden, meraklı gözlerini kendisine çeviren çiftçiler kadar önemsiz olduğunu şimdi fark ediyordu.
1 comment