Gordon kapıya yanaştı, aklınca Nancy’nin ayağının altından çekiliyordu; ama bu işi de içtenlikli bir havayla, bir eli cebinde, bir centilmene yakışır biçimde, hiç oralı değilmiş gibi gerçekleştirdi.
Dışarıda kaygan cadde boz renkli ve ürkütücü görünüyordu. Köşe başından bir yerlerden nal sesleri gelmekteydi, soğuk, boş bir ses. Rüzgâr bacalardan çıkan siyah duman kümelerini oradan oraya sürüklüyor sonra eğik çatıların üzerine düzgünce yayıyordu. Ah!
Sertçe savuruyor ürküten rüzgâr Daha yeni soyunmuş eğilen kavakları, Ve bacaların kara şeritleri Aşağı döndürüyor falan filan (“bulanık” gibi bir şey) havayı.
Güzel. Ama esini, isteği söndü. Gözleri caddenin karşısındaki reklam posterlerine takıldı gene.
Onlara neredeyse kahkahalarla gülmek istiyordu, öylesine zayıf, öylesine ölü canlı, öylesine iştah kapatıcıydılar. Sanki bu ilanlara bakıp da mal alacak vardı! Sırtı sivilceli dişi şeytan gibi! Ama ne olursa olsun Gordon’u üzüyorlardı. Paranın leş kokusu, dört bir yanda pis para kokusu. Şiir raflarından uzaklaşmış, Rus balesi üzerine kalın, pahalı bir kitabı eline almış bulunan Nancy’ye kaçamak bir bakış baktı. Nazik pembe pençesinde düşürdü düşürecek tutuyordu kitabı, tıpkı sincapların ceviz tutması gibi. Ve resimlerine bakıyordu. Gordon bu tipleri bilirdi. Paralı “artistik” genç. Kendisi sanatçı falan değil, ama sanatlara takılıyor; sergilere gidiyor, skandal satıcısı. Nancy Mancy ama görünüşü güzel. Boynunun derisi, tıpkı bir deniz kabuğunun iç tarafı gibi ipeksi görünüyordu. Böylesine bir teni yılda beş yüz şilinden aşağı edinemez insan. Bütün paralı insanlarda olduğu gibi bunda da bir büyü, bir çekicilik vardı. Para ve büyü; kim bunları birbirinden ayırabilir ki?
Gordon’un aklına taş çatlasa ancak iki haftada bir gördüğü, çok hoşlandığı zengin dostu Antichrist editörü Ravelston geldi; sonra söylediğine göre kendisini, Gordon’u seven –ona hayran olan– ve buna karşın onunla hiç yatmamış bulunan Rosemary’yi düşündü. Para yine karşımıza çıkıyordu; her şey paraydı. Bütün insan ilişkileri parayla satın alınmalıydı. Paran yoksa, erkekler sana dönüp bakmaz, kadınlar seni sevmez; sevmez derken, seni umursamaz, sevip sevmemesi önem taşımaz. Sonuçta ne kadar da haklıdırlar! Çünkü, parasız, sevilebilirlik niteliğinden yoksunsun. İnsanların ve meleklerin diliyle konuşuyorum. Ama param olmasa, insanların ve meleklerin dillerini konuşamam.
Yine reklam panolarına baktı. Bu kez gerçekten nefret ediyordu onlardan. Şu Vitamalt olan örneğin! “Vitamalt ye, gün boyu yürü!” Genç bir çift, bir kız bir oğlan, yürüyüş giysileri içinde, rüzgâr saçlarını dağıtmış, Sussex bayırlarını tırmanıyorlar. Ah, kızın suratını görseniz! Berbat, erkeksi bir neşe içinde! Her türden eğlenceye açık. Rüzgâra açık! Ayağında dapdaracık bir şort var, ama bu poposuna çimdik atabileceğiniz anlamına gelmiyor. Onların yanında Roland Butta.
1 comment