Bill, sonunda:

"Al işte," dedi, "Kurbağa için sözde en güçlü köpeğimiz diyorduk." Henry: "Üstelik aptal maptal da değildi öyle," diye ekledi. İki gün içinde verilen bu ikinci kurbanın ardından konuşulanlar birincisinden pek farklı olmadı. Kahvaltılarım ederken ikisi de arpacı kumrusu gibi düşünüyordu. Kahvaltıdan sonra geri kalan dört köpeği kızağa koşup yola koyuldular. O gün de daha önceki günler gibi geçip gitti. Çevrelerini saran buzlu Kuzey topraklarında sessizce yol alıyorlardı. Ortalıktaki derin sessizliği arkaları sıra gelen görünmez izleyicilerinin ulumaları bozuyordu yalnızca. Öğle sonrasının alacakaranlığı bastırırken ulumalar daha da yakından gelmeye başladı. Köpekler büyük bir korkuya kapılıyor, dizginleri birbirine dolaştırıyor, bu da iki adamın canını büsbütün sıkıyordu.

O gece Bill işini bitirdikten sonra kendinden emin bir havayla doğruldu: "Sıkıysa şimdi de alıp gidin başınızı da göreyim," diye söylendi. Henry yemeğin başından ayrılarak arkadaşının ne gibi bir önlem aldığına bakmaya gitti. Bill, Kızılderililerin yöntemiyle kayışları sıkı sıkıya bağlamış, her köpeğin boynunda bulunan daracık tasmalara birer sopa takmıştı. Bu deri tasmaları dişleriyle söküp çıkarmaları olanaksızdı. Her tasmanın ucuna uzunluğu bir metreyi bulan sopalar bağlıydı. Sopaların öbür uçları da deri kayışlarla tutturulmuştu. Böylelikle köpek tasmasına ya da öbür kayışa uzanıp diş geçiremeyeceği için kolay kolay kaçamayacaktı. Henry, bütün bunları görünce memnun memnun başını salladı: "Tekkulak'ı bağlı tutmanın biricik yolu budur," dedi. "Kayışları bıçakla kesercesine koparıp atıyor kerata! Eh artık yarın sabah hepsini yerli yerinde buluruz." Bill:

"Kalıbımı basarım ki öyle olacak," dedi. "Eğer biri kaybolsun, ben de sabah kahvemi ağzıma sürersem ne olayım!" Yatarlarken Henry çevrelerini saran kor gözleri göstererek:

"Kurşunumuzun kalmadığını anladılar," dedi.

"Birkaç tanesini vurabilsek postun pahalı olduğunu görecekler. Böyle elimiz kolumuz bağlı durunca azıttıkça azıtıyorlar, her akşam biraz daha yaklaşıyorlar.

Ateşe bakma da gözünü almasın, şuna bak şuradakine... Görüyor musun?" Ateşten saçılan ışık lekesinin ötesinde berisinde kıpır kıpır dolaşan karartıları izleyerek bir süre oyalandılar. Karanlıkta parıldayan bir çift göze dikkatle baktıkları zaman hayvanın vücut çizgileri kesinleşiyor ve arada sırada kımıldandığı görülüyordu. Tam o sırada köpekler gürültü etmeye başladı, o yana dönüp baktılar. Tekkulak birtakım iniltiler çıkararak mızıldanıyor, kayışlardan kurtularak karanlığa atılmaya çabalıyor, kudurmuşçasına sıçrayıp debeleniyor, sonra durup, boğazına bağlı sopayı dişlemeye çalışıyordu. Henry:

"Şuna bak, Bill," diye fısıldadı.

Köpeğe benzeyen bir hayvan usul usul ilerliyor, ateşe doğru yan yan sokuluyordu. Ürkek ama aynı zamanda atılganlıkla karışık bir dikkatle ilerliyor, adamları gözden kaçırmaksızın tüm dikkatini köpekler üzerinde topluyordu. Bu sırada Tekkulak sopanın ucundan kurtulmak için çırpınıyor, yaklaşan hayvana ulaşmak istiyor, acı acı inliyordu. Bill, usulca:

"Hay aptal hay," dedi. "Hiç korkuyor mu bak!" Henry fısıltıyla karşılık verdi: "Bu gelen dişi bir kurt... Şişko ile Kurbağa neden ortadan yok oldular, şimdi anlaşılıyor. Dişi kurt, sürünün avcı hayvanı.