Koku almak istercesine burnunu yere eğmiş, usul usul, hayli garip bir biçimde, koyarcasına yaklaşıyordu. Adamlar durunca o da durdu, başını kaldırıp baktı, burnundan soluyarak koku almaya çalıştı.

Bill:

"Dişi kurt," dedi.

Karların üzerine yatan köpeklerin önlerinden geçerek arkadaşına yaklaştı. Günlerdir kendilerini izleyerek üç köpeklerini baştan çıkarıp ölümlerine neden olan bu garip yaratığı birlikte seyre daldılar.

Hayvan dikkatle çevresini kollayarak aşağı yukarı yüz metre kalana dek yaklaştı, sakına sakına birkaç adım atıyor, sonra duruyordu. Bir çam topluluğunun yanında durdu, kendisini seyreden adamlara gözlerini dikip bir süre kokularını almaya çalıştı. Adamları inceden inceye süzerken tıpkı bir köpek gibi heyecanlıydı, gelgelelim bakışlarında bir köpeğin bağlılığı değil de dişleri kadar kıyıcı, soğuk, acımasız bir açlığın amansızlığı okunuyordu. Kurda oranla çok iriydi. Sıska olmasına karşın, vücudu soydaşlarının en azmanına yaraşacak bir büyüklükteydi. Henry:

"Omuz yüksekliği hemen hemen bir metreyi bulur," dedi. "Boyu da en azından bir buçuk metre var."

Bill:

"Bir kurda göre rengi de bir hoş," diye ekledi. "Kırmızı kurt görmemiştim hiç, tarçın rengi desem yeri... "

Gerçekten de hayvanın postu tarçın rengide sayılmazdı pek. Tam kurtlara özgü o tipik boz rengiydi, ama yer yer gri, yer yer de parlak ve alacalı bulacak garip bir renkteydi.

Bill:

"Dev bir kızak köpeğine benziyor," dedi. "Kuyruğunu sallarsa hiç şaşmam doğrusu."

Hayvana doğru bir iki adım atarak:

"Hey, köpoğlu, buraya gel bakayım," diye seslendi. "Gel kuçu kuçu... adın ne senin?"

Henry gülerek:

"Senden korktuğu filan yok," dedi.

Bill hayvanı korkutmak için elini kolunu sallayarak bağırıp çağırdı, ama hayvanda korkunun k'si bile yoktu. Yalnızca kulaklarını dikip dikkat kesilmekle yetindi. Bakışlarında kıyasıya aç ve arzulu bir hava okunuyordu. Bu adamlar et demekti onun için. Dehşetli açtı. Eğer göze alabilse ilk fırsatta üzerlerine saldırır mideye indirebilirdi onları. Bill hayvanın bakışları karşısında elinde olmaksızın sesini alçaltarak:

"Dinle, Henry," dedi. "Gerçi topu topu üç kurşunumuz var ama bu uzaklıktan da onu nallamak işten bile değil. Bu namussuz üç köpeğimizin canına okudu. Ne olursa olsun buna bir dur demek gerek artık, öyle değil mi?"

Henry başıyla onayladı arkadaşım. Bunun üzerine Bill kızaktan tüfeği aldı, omuzuna doğru kaldırdı. Ama daha doğru dürüst nişan almasına fırsat kalmadan dişi kurt yana sıçradı, ladin ağaçlarının arasına dalarak yitip gitti.

Bill tüfeği yerine koyarken öfkeyle homurdandı;

"Hay aptal kafam hay! Bendeki de amma akıl ha, köpeklerin yemine ortak olmaya gelen bir kurt tüfeğin ne demek olduğunu bilmez mi hiç! Bak dediydi dersin, başımıza bela kesilecek bu hayvan. Şimdi üç yerine ne güzel altı köpeğimiz olacaktı. Alacağı olsun ama, bak görürsün onu nasıl geberteceğim. Açık hedef olmayacak kadar kurnaz hayvan, ama pusu kurup işini bitirmezsem bana da Bill demesinler."

Henry uyardı arkadaşını:

"Fazla uzaklaşayım deme sakın. Hayvanlar öylesine aç ki, sürü halinde saldırırlarsa bırak o üç kurşunu harcamayı, gık bile çıkaracak zaman bulamazsın."

O akşam erkenden konakladılar.