Büyükelçilik Özel Danışmanı, odanın ölgün ışığı dokunuyormuş gibi gözlerini kuşkulu kuşkulu kırpıştırıyordu. Mırıldanırcasına, “Polisin dikkatli olmasını sağlayacak ve yargıçları sertleştirecek bir eylem,” diye tekrar etti. “Bu ülkedeki yargılama usulünün yumuşaklığı, suç işlemeye karşı hiçbir sert önlemin bulunmayışı, tüm Avrupa için bir yüz karası. Şu anda gerekli olan şey, kargaşayı artırmak, toplumda kesinlikle var olan huzursuzluğu körüklemek”
Verloc, derinden gelen saygılı, kalın ve tumturaklı bir sesle, “Doğru, doğru,” diye atıldı. Verloc’un konuşma biçimi daha öncekinden öylesine farklıydı ki, karşısındaki adam büyük bir şaşkınlık içinde susup kaldı. “Huzursuzluk toplumda tehlikeli boyutlara ulaşmış durumda. Son on iki ayda verdiğim raporlar bunu açıkça belirtiyor.”
Danışman Wurmt yumuşak, sakin tavrıyla, “Son on iki aydaki raporlarınız tarafımdan okundu,” dedi. “Onları neden yazdığınızı keşfedebilmiş değilim.”
Bir süre sıkıntılı bir sessizlik oldu. Verloc’un dili tutulmuş gibiydi, öteki ise gözlerini dikmiş, masadaki kâğıtları süzüyordu. Sonunda kâğıtları hafifçe itti.
“Zaten sizin işe alınmanızın başta gelen nedeni, raporlarınızda açıkladığınız durumun varlığının bizce önceden kabul edilmiş olmasıydı. Şu anda gereken şey yazı yazmak değil, önemli bir gerçeğin –neredeyse dehşet verici diyebileceğim açık seçik bir gerçeğin– gözler önüne serilmesidir.”
Verloc, “Emin olunuz, bundan böyle bütün gayretimle bu amaç uğruna çalışacağım,” dedi; boğuk sesinde ikna olmuş birinin ifadesi vardı. Ancak masanın öbür yanındaki adamın gözlerini kırpıştırarak, kör kör parıldayan gözlüklerinin gerisinden dikkatle kendisini süzdüğünü hissettiği için tedirgindi. Kayıtsız şartsız hizmetinizdeyim, anlamında bir hareket yaparak birden sustu. Büyükelçilik’in ünlü olmasa da yararlı ve çalışkan adamı Wurmt’un yüzünde, sanki aklına çarpıcı, yeni bir düşünce gelmiş gibi bir ifade belirdi.
“Çok şişmansınız siz,” dedi.
Hareketli bir yaşamın gereklerinden çok, kâğıttan, yazıdan anlayan bir büro adamının biraz da çekinerek yaptığı psikolojik nitelikteki bu gözlem, özel hayatına dil uzatan kaba bir söz olarak Verloc’un içine işledi. Bir adım geriledi, kızgın, boğuk bir sesle, “Ne dediniz? Ne?” diye haykırdı.
Bu görüşmeyi yürütmekle görevlendirilen Büyükelçilik Kançiları Wurmt, anlaşılan işin üstesinden gelemeyeceğini görmüştü. “Sanırım, Bay Vladimir’i görseniz daha iyi olacak,” dedi, “evet, kesinlikle Bay Vladimir’i görmeniz gerekiyor. Lütfen burada bekleyin,” diye ekledi, kısa adımlarla yürüyerek odadan çıktı.
Verloc birden eliyle saçlarını sıvazladı. Alnını hafif bir ter basmıştı. Büzülmüş dudaklarından, sıcak bir kaşık çorbayı soğutmak istercesine, “püf” diye bir nefes verdi. Ama kahverengi pantolonlu uşak sessizce kapıda belirinceye kadar, görüşme boyunca durduğu yerden bir santim bile kımıldamadı; dört bir yanının tuzaklarla çevrildiğini hissediyormuş gibi, hareket etmeden öyle durdu.
Tek bir havagazı lambasının aydınlattığı bir koridor boyunca uşağın arkasından yürüdü, sonra dolambaçlı bir merdivenden çıkarak, birinci kattaki camlı, aydınlık bir koridorda ilerledi. Uşak bir kapının kanadını açıp yana çekildi. Verloc ayaklarının kalın bir halıya bastığını hissetti. Burası üç pencereli, büyük bir odaydı; koca bir maun yazı masasının önündeki geniş bir koltuğa gömülmüş, sinekkaydı tıraşlı, iri yüzlü genç bir adam, elinde kâğıtlarla dışarı çıkmakta olan Büyükelçilik Kançilar’ı Wurmt’a Fransızca, “Haklısınız, mon cher. Gerçekten şişman, hayvan herif,” dedi.
Birinci Kâtip Vladimir kibar çevrelerde hoşsohbet, tatlı bir genç olarak ün yapmıştı. Sosyetenin gözdesi sayılırdı. Yaptığı nükteler, birbiriyle ilgisiz düşünceler arasında gülünç bağlantılar bulmaya dayanıyordu; bu tarzda konuşurken iskemlesinin iyice ucunda oturur, bulduğu komik sözleri başparmağı ile işaret parmağı arasında tutup gösteriyormuş gibi, sol elini havaya kaldırırdı; bu sırada yuvarlak, tıraşlı yüzünde hep neşeli bir şaşkınlık ifadesi olurdu.
Ancak Birinci Kâtip’in Verloc’a bakış biçiminde neşeden de, şaşkınlıktan da eser yoktu. Bir bacağını ötekinin kalın dizinin üstüne atmış, dirseklerini dikleştirip iki yana açarak derin koltuğunda iyice geriye yaslanmıştı; pürüzsüz pembe yüzünde, kimden gelirse gelsin, hiçbir saçmalığı hoşgörüyle karşılamamaya kararlı, olağanüstü gürbüz bir bebeğin ifadesi vardı. “Fransızca anlıyorsundur herhalde,” dedi.
Verloc boğuk sesiyle, anladığını söyledi. Tüm iri bedeni hafifçe öne doğru eğikti. Bir eliyle bastonuna ve şapkasına sımsıkı yapışmış, odanın ortasındaki halının üstünde ayakta duruyordu; öteki eli cansız cansız aşağı sarkmıştı.
1 comment