Örneğin, görünürde içi boş mukavva bir kutu, özenle kapatılmış o incecik sarı zarflardan biri ya da karton ciltli, kirli görünüşlü, ama başlığı çekici görünen bir kitap olabilirdi bu. Ara sıra acemi bir müşteriye vitrindeki solmuş, sarı renkli dansözlerden birini de iyi bir fiyata sattığı oluyordu.

Çatlak çıngırağın çağrısı üzerine dükkâna kimi zaman da karısı Winnie Verloc gelirdi. Winnie Verloc, dolgun göğüsleri dar yeleğinin içinden kabaran, geniş kalçalı genç bir kadındı. Pek düzgün, derli toplu saçları vardı. Kale duvarını andıran tezgâhın gerisinde, kocasınınki gibi dik bakışlarla, derin bir kayıtsızlık içinde durur beklerdi. Böyle zamanlarda, satıcının kadın olduğunu gören yaşı genççe bir müşteri birden şaşkınlığa kapılır, yüreği öfke içinde, bir şişe sabit mürekkep rica eder, sokağa çıkınca da perakende fiyatı altı peni olan ama Verloc’un dükkânında bunun üç katına satılan şişeyi gizlice yolun kenarına atardı.

Akşam ziyaretçileri –palto yakaları kalkık, kasketleri yüzlerine kadar çekilmiş adamlar– başlarını senli benli bir tavırla Winnie Verloc’a doğru sallar, iyi akşamlar, diye mırıldanıp arkadaki odaya geçmek için tezgâhın ucundaki açılır kapanır kanadı kaldırırlardı; odadan koridorla dik bir merdivene ulaşılıyordu. Dükkânın kapısı, Verloc’un kuşkulu mallarını sattığı, topluma karşı koruyuculuk görevini yürüttüğü ve erdemli bir aile hayatı yaşadığı bu evin tek girişiydi. Verloc’un aile erdeminin ne olduğu çok açıktı. Kendisi son derece evcimen bir adamdı. Ne ruhsal, ne bedensel, ne de zihinsel ihtiyaçları, evden pek fazla çıkmasını gerektirecek türden değildi. Karısı Winnie Verloc’un ilgisi ile kaynanasının düşünceli saygısı sayesinde kendi aile yuvasında bedeni rahat, vicdanı huzur içindeydi.

Winnie’nin annesi koca esmer yüzlü, irikıyım, tıknefes bir kadındı. Beyaz bir başlığın altına kara bir peruk takardı. Şiş bacakları yüzünden bir yere kımıldayabildiği yoktu. Kendini Fransız asıllı sayardı ve belki de söylediği doğruydu; han işleten sıradan bir adamla uzun süre evli kalmıştı; daha sonraki dulluk yıllarında geçimini Vauxhall Köprüsü Sokağı yakınlarında, bir zamanların gün görmüş bir meydanında, hâlâ gözde Belgravia semti sınırları içinde bulunan bir evde eşyalı odaları erkek müşterilere kiralayarak sağlamıştı. Semtin adı, odalar için verdiği ilanlarda biraz yararlı oluyordu, ama bu değerli dul hanımın müşterileri pek de kibar çevrelerden insanlar değillerdi. Gene de, onların hizmetini gören annesine kızı Winnie de yardım ediyordu. Dul hanımın övündüğü Fransızlığın izleri Winnie’de de vardı. Atalarının Fransız olduğu, genç kızın parlak siyah saçlarını bir sanatçı gibi son derece zarif bir biçimde yapışından belliydi. Winnie’nin, gençliği, biçimli dolgun endamı, duru ten rengi, karşısındakileri kışkırtan derin sessizliği gibi başka çekici yanları da vardı. Sessizliği, hiçbir zaman odalarda kalan erkeklerle konuşmasını engelleyecek boyutlara varmazdı; adamlar heyecanlı, o ise sevimli ama ölçülü bir tavırla konuşurdu. Belli ki Verloc da Winnie’nin bu çekici yönlerine duyarsız kalmamıştı. Pansiyonda ara sıra kalan bir müşteriydi Verloc. Gelişi de gidişi gibi pek açık, anlaşılır nedenlere dayanmazdı. Genellikle Londra’ya nezle gibi kıta Avrupa’sından (ama tersine nezlenin teşrifi gazetelerde haber konusu edilmeden) gelir, ziyareti boyunca da eve yerleşir kalırdı. Kahvaltısını yatakta eder, her gün öğleye kadar sessiz sakin, yatağında keyif çatardı, kimi günler daha uzun yattığı da oluyordu. Ancak bir kez sokağa çıktı mı, Belgravia’daki meydanda konakladığı evin yolunu bulmakta güçlük çekiyordu sanki. Evden geç çıkar, erken (sabahın üçü ya da dördü gibi günün erken bir saatinde) dönerdi; saat onda uyanınca, kahvaltı tepsisini getiren Winnie’ye, saatlerce konuşup nefes tüketmiş bir kimsenin kısık ve arada bir hiç çıkmayan sesiyle, şaka yollu aşırı bir nezaket içinde kur yapardı. Şiş kapaklı patlak gözleri, arzu dolu baygın bakışlarla yan yan süzülür dururdu; yorgan çenesine kadar çekilmiş olur, düzgün kara bıyıkları o pek tatlı şakalar yapabilen kalın dudaklarını örterdi.

Winnie’nin annesine göre, Bay Verloc çok iyi yetişmiş bir beydi. Emeklilik zamanı geldiğinde, bu değerli kadının zihninde değişik “işyerlerindeki” deneyimleri sırasında seçkin birtakım meyhane müşterilerinin özelliklerine bakarak edindiği bir beyefendilik kavramı gelişmişti. Bay Verloc bu kavrama yaklaşıyor, aslına bakılırsa tam olarak uyuyordu.

Winnie, “Eşyalarınızı bize taşırız elbette, anne,” demişti.

Pansiyon olarak işletilen ev boşaltılacaktı.