İşlerim son yıllarda biraz geri kaldı. Hafızam zayıflamadı, en azından ben böyle olduğunu umuyorum, ancak işler birikiyor. Birçok şeyi ihmal ettim. Tüm hasta vakalarını tam olarak kaydedecek zamanım olmuyor. Uzun zamandan beri kendime bir yardımcı almak, bir asistan yetiştirmek düşüncesindeydim; bunu iki kez denedim, belki de ben yeterince sabırlı değildim. Dün özetiniz bana ulaştığında hayret ettim, istediğim şey aynen buydu, benim anlatırken uzattığım şeyleri özetlenmiş, açıklamalarımı anlaşılır halde bulmak. İşe o an sizi düşündüm; sizi görmek istedim, sabırsızlığımdan dolayı size bir telgraf yolladım, çünkü aklıma bir şey koyduğumda, bu ne olursa olsun beni durdurmak mümkün değildir. Bunun ilginizi çekebileceğini düşündüm. İşim kısmen ilginç, kısmen de sıkıcı ve zordur... ve kartotek hazırlamak herkesin harcı değildir... ama niçin gülümsüyorsunuz?"

Clarissa ister istemez kartotek sözcüğüyle babasını hatırlamıştı, onun koleksiyon tutkusunu. Babası bir keresinde onu gizli odasına götürmüş ve göstermişti. Atölyesine girdiği o gün yüzünde daha sert, daha katı bir ifade vardı. "Bunun herkesin harcı olmadığını söylediğiniz için gülümsüyorum... ben bunu... bir tesadüf sonucu biliyorum. Ve itiraf etmeliyim ki bunu yapmayı her şeyden çok isterim. Belki de bu iş, benim en çok katkıda bulunabileceğim bir iştir... özel şartlar nedeniyle."

Anlaşma çok çabuk gerçekleşti. Clarissa dolgun bir maaş karşılığında her gün üç dört saat kadar asistan, arşiv görevlisi ve sekreter olarak profesörün yanında çalışacaktı, vaka raporlarını onun dikte ettirdiği şekilde özetleyecek ve düzenleyecekti. Ancak profesör, Clarissa'nın yardımına o kadar alışmıştı ki bazen onu tüm öğleden sonraları ve hatta sık sık akşamlan da çalıştırıyordu; Clarissa yirmi yaşında yalnızca geçimini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda da tutkuyla ilgilendiği bir işe sahip olmuştu. Zekâsının kıvraklığı ve hızı dışında Silberstein'da en hayran olduğu şey, çalışırken yorgunluk nedir bilmemesi ve zamanını son dakikasına kadar kullanabilme sanatına sahip olmasıydı; Silberstein'ı ne o yıl ne de sonraki yıllarda tembellik ederken görmedi. Sabahları saat dokuza kadar herkes için hatta ailesi için bile görülmez ve ulaşılmaz oluyordu; her zaman tam tamına yediye çeyrek kala kalkıyor ve yediden dokuza kadar kilitli kapılar ardında kuramsal eseri üzerinde çalışıyordu, özellikle de hayatının eseri olarak gördüğü "Halkların Nevrozları" üzerinde. Bu eserinde bir sürü tarihi doküman aracılığıyla halkların da tıpkı insanlar gibi depresyon ve iritasyondan geçtiklerini ispat etmeye çalışıyordu; bitirdiği tek bölüm olan Yunanistan bölümünü bir tür önsöz olarak başa almıştı ve Nietzsche'nin edebi alanda yapmak istediği gibi bu ulusun ruhsal durumuna yeni bir bakış açısı sunuyordu. Öğleye kadar olan zamanını üniversitenin işlerine, öğleden sonralarını da muayenehanedeki çok çeşitli işlere ayırıyordu, sosyal sorumluluk görevleri dışındaki mektuplaşma ve eğitimi ise akşamları yapıyordu; ama bunların arasında arabada, tramvayda her zaman elinde bir kitap olurdu, onun için dinlenmek bir konudan diğerine geçmek demekti. Clarissa onun hakkında bir fikir edinmek için çok fazla zamana ihtiyaç duymadı, gösterdiği başarılara duyulan saygının dışında gerek meslektaşları gerekse hastaları tarafından pek de sevilmediği gözünden kaçmadı; hastalarına karşı sert, hatta genelde kaba bir tavrı vardı ve (bilinçli bir şekilde) onların acılarını ve yakınmalarını küçümsemeyi ya da her zaman uygun düşmeyen esprilerle basitleştirmeyi seviyordu; onun yakınında, onu gözlemleme fırsatına sahip Clarissa kısa sürede bu kabalığın ve alaycılığın yufka yüreğine karşı bir tür savunma mekanizması olduğunu anladı. Özünde çok iyiliksever ve kendini feda edecek kadar yardımsever biri olan Silberstein insani yanını kabullenmekten utanıyordu. Çoğu kez tek tek hastalıklarla kendini yoruyor, örneğin kleptomani sorununu çözebilmek için karakollara koşuyordu; söz konusu hasta kadını ise kaba bir şekilde "hırsız" diyerek aşağılıyordu; "Eğer ciddiye alındığını fark ederse nevrozlu bir hasta karşısında bitmişsiniz demektir," demişti bir defasında Clarissa'ya; bir doktor olarak şahsen dahil edilmekten rahatsızlık duyuyor gibiydi ve bu utangaç tavrıyla daha nice garip özelliği ortaya çıkıyordu. Çekingenliğinden dolayı genelde Clarissa'ya birtakım esprili lakaplarla hitap ediyordu. "Evet, hafızam", ya da "Sırların sahibesi" diye sorardı ona ve vaka raporlarını dikte ettirirken, ki bunlar genelde oldukça mahrem içerikli olurdu ve o da bunu pek aydınlık olmayan odadaki yazı masasından yapardı ve böylece yüzü lambanın önünde gölgede kalırdı.