Clarissa'nın asla haberi olmamıştı; ama babası onunla hep gurur duymuştu. Kimi yerlerin altını kırmızı mürekkeple çizmişti. Bir keresinde Clarissa eski bir şiiri okuyamadığında gururlu bir insan olan babası neredeyse utancından yerin dibine geçmiş, kızının başarısını görme hevesi kursağında kalmıştı. Her ayın raporları bir kurdeleyle bağlanmıştı, bir yarıyıl ise içinde ayrıca karnelerin ve başrahibenin, Clarissa'nın gelişimi ve davranışları hakkında yazdığı raporun da bulunduğu özel bir kartona konulmuştu. Bu yalnız adam kendince akşamları Clarissa'nın yaşadıklarına ortak olmaya çalışmıştı, kendince, kendi doğru bildiği yoldan Clarissa'nın gelişimini takip etmişti. Clarissa başrahibenin yanıtlarından babasının kendisiyle ilgili nasıl büyük bir sevinç duyduğunu –asla göstermeye cesaret edemediği– görebiliyordu. Clarissa bu sayfaları çevirip bazılarına baktı. Kendisine hiçbir şey ifade etmiyorlardı. Bir zamanlar hayat anlamına gelen bu sayfalar şimdi kuru birer yaprak gibi hışırdıyordu yalnızca. Çoktan unuttuğu şeyler hakkındaki dersler. Gerçekte nasıl olduklarını hatırlamaya çalışıyor ve o kayıp günler hakkında yalnızca bazı anı kırıntıları aklına geliyordu.

* * *

Aslında hatırlayabildiği yalnızca pazar günleriydi. Haftanın her günü çok ince hesaplanmış saatlere bölünmüştü; yaz kış aynı saatte aynı yataktan kalkmak, aynı saatte yıkanmak ve tüm bu yıllar boyunca değişmeyen aynı okul üniformasını giymek; her şey belliydi, kilisede ve masa başında oturulacak yer, tabağın ve peçetenin yeri belliydi. Sonra günün çarkı düzenli ritmiyle dönüyordu, sabah ayininden akşam duasına kadar aynı mekânlarda geçiyordu. Tek değişiklik en önde beyaz başlığıyla rahibenin olduğu uzun bir kuyruk şeklinde ikişerli sıralar halinde yaptıkları yürüyüşlerdi. Bu, duvarların dışındaki dünyaya atılmış küçücük bir bakıştı, büyük kapılar her açıldığında bu sokaklar, dükkânlar ve evlerden daha fazlasını görmek için gizli bir arzu uyandırırdı. Tanımadığı, yalnızca çatlak ve yarıktan ibaret olan bu şehirde yani "ötekinde", havanın tadı birçok yabancı nefes yüzünden farklıydı; ama kurallar katıydı, baş öne eğik gidilecek ve yabancıların meraklı bakışlarına fırsat verilmeyecekti; burada sohbetler daha koyuydu, çünkü bu çevre kendi tekdüze hayatlarıyla karşılaştırıldığında bazı farkların olduğunu sezdiriyordu. Pazar günü, dış kapının dünyaya açıldığı, içeriye geçici bir ışığın girdiği tek gündü. O gün misafir salonu açılırdı, çocuklarını ya da himaye altına aldıklarını ziyarete etmek için aileler, akrabalar gelir ve herkes yanında bir şey getirirdi; küçük hediyeler ya da en azından neşeli sohbetler, haberler, heyecan ve henüz ergenlik çağına gelmemiş olan bu yavruların ihtiyaç duyduğu ilgi ve şefkat. Böylece ziyaret edilen herkes iki üç saatliğine de olsa kendini bu hüzünlü topluluktan sıyrılmış hissederdi, izlenimlerle dolmuş, doymuş olarak. Pazar akşamlan, manastır yine kilitlendiğinde, sohbetler koyulaşırdı, çeşitli konular hakkında bilgi edinilmiş, gri okul üniforması içindeki küçük benlik canlandırılmış olurdu.

Clarissa için bu pazar günlerinin dördüncüsü bir yandan gurur diğer yandan tedirginlik anlamına gelirdi, çünkü planlı ve düzenli aralıklarla babası onu ziyarete gelirdi. Bu on yıl içerisinde babası gelişini sadece iki kez erkene almıştı, biri kendisi ağır bir boğaz iltihabı nedeniyle yattığında, diğeri de babası gizli bir görevle Konstantinopolis'e gitmek zorunda kaldığında. Gelişine son birkaç gün kala tedirginlik başlardı, babasının beğenisini kazanmak, başarılı sayılmak için gizli hazırlıklarla geçirdiği o son birkaç gün. Çünkü babasının askeri eğitim almış gözleri, kıyafetindeki en ufak düzensizliği hemen fark eder ve onu ayıplardı; Clarissa da her ayrıntıyı önceden kontrol ederdi. Pilili elbisesini inceler, her bir pilisinin düzgün durduğundan ve herhangi bir lekenin olmadığından emin olurdu, aynı şekilde babasının kaçınılmaz teftişi için defterlerini ve kitaplarını düzenli bir şekilde hazırlaması gerekirdi. Çünkü yarbay Schuhmeister kızını kontrol etmeyi çok severdi ve bunu yaparken de gramer açısından kusursuz ancak telaffuzu nedeniyle yalnızca kitaplardan öğrendiği anlaşılan Fransızca ve İngilizcesini gösterme kibrine kaptırırdı kendini. Fakat ondan sonra bu beklentinin yarattığı tedirginliğin ardından onu diğerlerinden ayıran, gurur duyduğu saat gelirdi. Çünkü manastırdaki kızlardan birinin babası olan kont Hochfeld pazar günleri gelen aileler arasında olsa da, bazı zengin anneler misafir salonuna ihtişamlı tuvaletlerle, güzel giyimli bayanlar olarak hoş bir koku eşliğinde gelseler de ve ertesi gün bile rutubetli, soğuk salonda hâlâ parfümlerinin hoş kokusu bulunsa da, yarbay, "babalar" arasında en heybetli görüneniydi. Babası çift koşulu arabasıyla aşağıya gelip, hafifçe şıkırdayan mahmuzlarıyla arabadan kolaylıkla atladığında Clarissa diğer kızların kendisine imrendiğini hissederdi. Farkında olmayarak diğerleri ona yer verir, kenara çekilir ve bir tür geçit oluştururlardı. Sokaklarda ve kışlada sıraya girmiş insanların arasından geçmeyi saygınlık kanıtı olarak görmeye alışmış babası da dimdik ve kendinden emin bir şekilde aralarından geçerdi.