“Ne burada kalmak, ne de kim olduğunuzu söylemediğiniz sürece sizinle konuşmak istiyorum.” Yabancı, “Kötü niyetle söylememiştim,” diyerek bu kez kapıyı kendiliğinden açtı. K.’nın istediğinden de daha ağır yürüyerek girdiği bitişik odada her şey bir akşam önce nasıl idiyse, hemen hemen yine öyleydi. Burası, Bayan Grubach’ın oturma odasıydı; her zaman mobilyalarla, örtülerle, porselen ve resimlerle tıklım tıklım dolu olan odada bugün belki biraz daha boş yer vardı, ama bu hemen göze çarpmıyordu ve odadaki başlıca değişiklik, yani açık pencerenin önünde elinde bir kitapla oturan bir adamın varlığı, bu durumun göze çarpmasını daha da engellemekteydi; adam başını kitaptan kaldırmıştı. “Odanızda kalmanız gerekiyordu! Franz bunu söylemedi mi size?” “Sizin istediğiniz nedir?” diye sordu K.; bakışlarını bu yeni yabancıdan kapıda kalmış olan ve Franz adıyla anılan adama, sonra yine geriye çevirdi. Açık pencereden yine yaşlı kadın gözükmekteydi, ancak çok yaşlılara özgü merakla bundan böyle de hiçbir şey kaçırmamak için, tam karşıya rastlayan pencereye gelmişti. Kendini gerçekte epey uzağındaki iki adamın elinden zorla kurtarırmışçasına bir hareket yapıp yoluna devam etmek istedi. “Hayır,” dedi pencerenin yanındaki adam, kitabı küçük bir masanın üstüne fırlattı ve ayağa kalktı. “Gidemezsiniz, çünkü tutuklusunuz.” “Öyle gözüküyor,” dedi K., ardından, “Peki ama neden?” diye sordu. “Bunu size söylemek bizim görevimiz değil. Odanıza gidin ve bekleyin. Kovuşturma artık başladığına göre, zamanı geldiğinde her şeyi öğreneceksiniz. Sizinle böyle dostça konuşmakla görevimin sınırlarını aşıyorum. Ama umarım bizi Franz’dan başka duyan yoktur ve zaten o da bütün kurallara karşı gelerek size dostça davranıyor. Talihiniz bundan böyle de nöbetçilerinizin atanmasında olduğu kadar yaver giderse, o zaman geleceğe güvenle bakabilirsiniz.” K. oturmak istedi, fakat odada pencerenin yanındaki koltuktan başka oturacak yer olmadığını gördü. “Bütün bunların ne kadar doğru olduğunu anlayacaksınız,” dedi Franz; aynı zamanda da öteki adamla birlikte K.’ya doğru ilerledi. Özellikle öteki adam K.’dan epey uzundu; birkaç kez K.’nın omzunu okşadı. İkisi K.’nın geceliğine baktıktan sonra, artık çok daha kötü bir gecelik giymek zorunda kalacağını, ama öteki çamaşırlarıyla birlikte bu geceliği de saklayacaklarını, olay iyi sonuçlandığı takdirde yine geri vereceklerini söylediler. “Eşyalarınızı depo yerine bize vermeniz daha iyi olur,” dediler, “çünkü depoda sık sık hırsızlık oluyor, ayrıca orada aradan belli bir süre geçtikten sonra ilgili kovuşturmanın bitip bitmediğine bakmaksızın her şeyi satıyorlar. Ve özellikle son zamanlarda bu tür davalar o kadar uzun sürüyor ki! Gerçi sonunda depodan eşyaların satış bedelini alabilirsiniz, ama bir kez bu bedel zaten düşüktür, çünkü satışı malın değeri değil, verilen rüşvetin yüksekliği belirler; ikinci olarak bu bedellerin elden ele ve bir yıldan ötekine aktarıldıkça eksildiği de deneyimlerle saptanmıştır.” K. bu konuşmalara hemen hiç dikkat etmiyordu, eşyaları üzerinde belki daha yitirmediği kullanım hakkını da pek önemsemiyordu, durumunu aydınlığa kavuşturmak onun için şimdi çok daha önemliydi; gelgelelim bu insanlar yanındayken düşünmeyi bile başaramıyordu, ikinci nöbetçinin –çünkü bunlar ancak nöbetçi olabilirlerdi– göbeği iyiden iyiye dostça bir ifadeyle ikide bir K.’yı dürtüyordu, ama K. başını kaldırıp baktığında bu şişman bedene hiç uymayan, kuru, kemikli, iri burnu biraz çarpık bir yüzle, başının üzerinden öteki nöbetçiyle anlaşan bir yüzle karşılaşıyordu. Nasıl insanlardı bunlar? Neden söz ediyorlardı? Hangi resmî makamdandılar? K., bir hukuk devletinde yaşıyordu, her yerde barış ve huzur vardı, tüm yasalar yürürlükteydi, kimdi bu durumda evini basma cüretini gösteren? K.’nın eğilimi her zaman her şeyi elden geldiğince oluruna bırakmak, en kötüye ancak en kötü gerçekleştiğinde inanmak, her şey tehdide dönüştüğünde bile gelecek için önlem almamaktı. Fakat burada böyle bir tutumu doğru bulmuyordu; gerçi olup bitenlere bir şaka gözüyle, bilmediği nedenlerden ötürü, belki de bugün otuzuncu yaş günü olduğu için bankadaki arkadaşlarının düzenlediği kaba bir şaka gözüyle bakabilirdi, bir olasılıktı bu hiç kuşkusuz, belki de K.’nın tek yapması gereken, herhangi bir bahaneyle nöbetçilere gülmekti ve o zaman onlar da gülebilirlerdi, belki de bu adamlar sokaktan parayla tutulmuşlardı, benzemiyor da değillerdi hani – ama ne olursa olsun, K. bu kez, tam olarak söylemek gerekirse nöbetçi Franz’ı ilk gördüğü andan başlayarak, bu adamlara karşı elinde bulunabilecek en küçük üstünlüğü bile kaptırmamaya kararlıydı. Sonradan şakadan anlamadığını söylemeleri olasılığı, K. için önemsiz bir sakıncaydı; ne var ki –deneyimlerden öğrenme gibi bir alışkanlığının bulunmamasına karşın– anımsadığı ve aslında tek başlarına ele alındıklarında önemsiz sayılabilecek birkaç olayda, arkadaşlarının yaptıklarının tersine, olası sonuçları kesinlikle düşünmeksizin, bilinçli olarak dikkatsiz davranmış, bundan ötürü de gerçekleşen sonuçlardan cezasını bulmuştu. Bu bir daha, en azından bu kez yinelenmemeliydi; eğer ortada bir komedi varsa, K. da rol almak istiyordu.

Henüz özgürdü. “İzninizle,” deyip nöbetçilerin arasından hızla geçerek odasına gitti.