Yalnız biz
hepsinin yanından geçiyoruz bir soluk gibi.
Sözbirliği etmişler bizi söylememeye, belki biraz
utanarak, anlatılmaz umut bağlayarak biraz da.
Sevenler, siz birbirine yetenler, sizden soruyorum
bizleri. Birbirinizi kavrıyorsunuz. Kanıtlarınız var mı?
Bakın, ne oluyor bana, bir elim öbürünün
farkına varıyor, ya da yıpranmış yüzüm
onların arasında saklıyor kendisini. Duyuş veriyor
bana bu azıcık. Ama tek bu yüzden varolabilen kimdir?
Sizler, karşıdakinin coşkusuyla artanlar,
ta ki o kendinden geçerek yakarır:
Yeter artık–; siz ellerin altında
bağ yılları gibi olgunlaşanlar, kimi kez
yokolup gidenler, tek öbürü bütün bütün
ağır bastığı için: Sizden soruyorum bizleri.
Biliyorum, mutluluktur sizin dokunuşunuz, çünkü okşayış
saklar, çünkü sizin, sevgililer, örttüğünüz
yer geçmez, çünkü onun altında sezersiniz
o katıksız süreyi. Neredeyse bengilik
umarsınız kucaklaşmadan. Ama ilk bakışın
korkusunu aşınca, pencerede özleyişi,
birlikte ilk yürüyüşü bahçede, bir kez:
Sevenler, daha öyle misiniz? Biriniz öbürünün
ağzına yükselip yapıştığında–; içkiye içki:
Ah nasıl tuhaftır eylemden kopuşu içenin o an.
Şaşırtmadı mı sizi Attika sin taşlarında insan tavırlarının
sakınganlığı? Sevgi ve ayrılış nasıl hafifçe konmuştu
omuzlarına, başka bir hamurdan yoğrulmuşlardı
sanki. Düşünün o elleri, nasıl öyle ağırlıksız
durur, oysa güç doludur daha gövdeler.
Şuydu onların bildiği, o kendini yenmişlerin: Vardık buraya,
bizim olan işte bu, işte böyle dokunmak birbirimize;
tanrılar daha zorlu kavrıyor bizleri. Ama o tanrıların bileceği iş.
Bizim de olaydı gösterişsiz ve arık
bir insanca yerimiz, bir ekili toprağımız, kayalarla
ırmağın arasına sıkışmış. Aşıyor bizi de kendi
yüreğimiz çünkü, onlarda olduğu gibi. Ama biz
yatıştırıcı imgeler içinde ardından bakamıyoruz,
tanrısal gövdeler içinde, onu daha da ölçülü kılacak.
DIE DRITTE ELEGIE / ÜÇÜNCÜ AĞIT
DIE DRITTE ELEGIE
Eines ist, die Geliebte zu singen. Ein anderes, wehe,
jenen verborgenen schuldigen Fluß-Gott des Bluts.
Den sie von weitem erkennt, ihren Jüngling, was weiß er
selbst von dem Herren der Lust, der aus dem Einsamen oft,
ehe das Mädchen noch linderte, oft auch als wäre sie nicht,
ach, von welchem Unkenntlichen triefend, das Gotthaupt
aufhob, aufrufend die Nacht zu unendlichem Aufruhr.
O des Blutes Neptun, o sein furchtbarer Dreizack.
O der dunkele Wind seiner Brust aus gewundener Muschel.
Horch, wie die Nacht sich muldet und höhlt. Ihr Sterne,
stammt nicht von euch des Liebenden Lust zu dem Antlitz
seiner Geliebten? Hat er die innige Einsicht
in ihr reines Gesicht nicht aus dem reinen Gestirn?
Du nicht hast ihm, wehe, nicht seine Mutter
hat ihm die Bogen der Braun so zur Erwartung gespannt.
Nicht an dir, ihn fühlendes Mädchen, an dir nicht
bog seine Lippe sich zum fruchtbarern Ausdruck.
Meinst du wirklich, ihn hätte dein leichter Auftritt
also erschüttert, du, die wandelt wie Frühwind?
Zwar du erschrakst ihm das Herz; doch ältere Schrecken
stürzten in ihn bei dem berührenden Anstoß.
Ruf ihn … du rufst ihn nicht ganz aus dunkelem Umgang.
Freilich, er will, er entspringt; erleichtert gewöhnt er
sich in dein heimliches Herz und nimmt und beginnt sich.
Aber begann er sich je?
Mutter, du machtest ihn klein, du warsts, die ihn anfing;
dir war er neu, du beugtest über die neuen
Augen die freundliche Welt und wehrtest der fremden.
Wo, ach, hin sind die Jahre, da du ihm einfach
mit der schlanken Gestalt wallendes Chaos vertratst?
Vieles verbargst du ihm so; das nächtlich-verdächtigte Zimmer
machtest du harmlos, aus deinem Herzen voll Zuflucht
mischtest du menschlichern Raum seinem Nacht-Raum hinzu.
Nicht in die Finsternis, nein, in dein näheres Dasein
hast du das Nachtlicht gestellt, und es schien wie aus
Freundschaft.
Nirgends ein Knistern, das du nicht lächelnd erklärtest,
so als wüßtest du längst, wann sich die Diele benimmt…
Und er horchte und linderte sich. So vieles vermochte
zärtlich dein Aufstehn; hinter den Schrank trat
hoch im Mantel sein Schicksal, und in die Falten des Vorhangs
paßte, die leicht sich verschob, seine unruhige Zukunft.
Und er selbst, wie er lag, der Erleichterte, unter
schläfernden Lidern deiner leichten Gestaltung
Süße lösend in den gekosteten Vorschlaf :
schien ein Gehüteter… Aber innen: wer wehrte,
hinderte innen in ihm die Fluten der Herkunft?
Ach, da war keine Vorsicht im Schlafenden; schlafend,
aber träumend, aber in Fiebern: wie er sich ein-ließ.
Er, der Neue, Scheuende, wie er verstrickt war,
mit des innern Geschehns weiterschlagenden Ranken
schon zu Mustern verschlungen, zu würgendem Wachstum,
zu tierhaft
jagenden Formen. Wie er sich hingab –. Liebte.
Liebte sein Inneres, seines Inneren Wildnis,
diesen Urwald in ihm, auf dessen stummem Gestürztsein
lichtgrün sein Herz stand. Liebte. Verließ es, ging die
eigenen Wurzeln hinaus in gewaltigen Ursprung,
wo seine kleine Geburt schon überlebt war. Liebend
stieg er hinab in das ältere Blut, in die Schluchten,
wo das Furchtbare lag, noch satt von den Vätern. Und jedes
Schreckliche kannte ihn, blinzelte, war wie verständigt.
Ja, das Entsetzliche lächelte… Selten
hast du so zärtlich gelächelt, Mutter. Wie sollte
er es nicht lieben, da es ihm lächelte. Vor dir
hat er’s geliebt, denn, da du ihn trugst schon,
war es im Wasser gelöst, das den Keimenden leicht macht.
Siehe, wir lieben nicht, wie die Blumen, aus einem
einzigen Jahr; uns steigt, wo wir lieben,
unvordenklicher Saft in die Arme. O Mädchen,
dies: daß wir liebten in uns, nicht Eines, ein Künftiges, sondern
das zahllos Brauende; nicht ein einzelnes Kind,
sondern die Väter, die wie Trümmer Gebirgs
uns im Grunde beruhn; sondern das trockene Flußbett
einstiger Mütter; sondern die ganze
lautlose Landschaft unter dem wolkigen oder
reinen Verhängnis; dies kam dir, Mädchen, zuvor.
Und du selber, was weißt du–, du locktest
Vorzeit empor in dem Liebenden. Welche Gefühle
wühlten herauf aus entwandelten Wesen. Welche
Frauen haßten dich da. Was für finstere Männer
regtest du auf im Geäder des Jünglings? Tote
Kinder wollten zu dir… O leise, leise,
tu ein liebes vor ihm, ein verläßliches Tagwerk, – führ ihn
nah an den Garten heran, gieb ihm der Nächte
Übergewicht …..
Verhalt ihn …..
ÜÇÜNCÜ AĞIT
Biri var, sevgiliyi söylemek. Öbürü eyvah,
o saklı, o suçlu ırmak tanrısını kanın.
Genç kız, senin uzaklardan seçtiğin delikanlı, o kendisi
ne bilir isteğin efendisini, çok zaman yalnızlığı içinde
sen daha dindirmeden ya da hiç yokmuşun gibi,
ah hangi bilinmezlikle damlayarak o tanrı başını
kaldıran, sonsuz bir ayaklanmaya çağırıp geceyi.
Ey kanın Neptün’ü, korkunç üç çatalıyla.
Ey sarmal midyeden yapılmış göğsünün karanlık yeli.
Kulak ver, gece nasıl çukurlaşıp oyuluyor. Siz, yıldızlar,
sizlerden doğmuyor mu sevenin isteği sevdiğinin yüzüne?
İçten içe kavrayışı arık yüzünü onun
bir arık yıldızdan değil mi?
Sen germedin, yazık, ne de anası gerdi
kaşlarının yayını böyle bekleyiş dolu.
Seninle değil, onu duyan kız, seninle değil
dudağının kıvrılışı daha verimli anlatıma.
Sanır mısın gerçekten, senin tüy gibi hafif ortaya çıkışındır
onu böylesine sarsan, sen ki sabah yeli gibi gelirsin?
Gerçi onun yüreğini oynattın; ama içinde boşanan
daha eski korkulardı hafif dokunuşunla senin.
Çağır onu… Gene bütün bütün çağıramazsın karanlık
çevresinden. İstemesine ister, kopup gelir, rahatlayıp alışır
senin saklı yüreğine, alır ve başlar kendini.
Ama hiç başladı mı kendini?
Sendin onu küçük yapan, ey ana, sendin onu başlayan;
senin için yeniydi o, yeni gözleri üstüne
iyi dünyayı eğdin, savdın yabancısını.
Ah nerede o yıllar, sen, daha fidan gibi,
kaynayan kaos’un yerini tutardın onun gözünde?
Çok şey sakladın ondan; geceleyin kuşku veren odayı
zararsız kıldın; sığınaklar dolu yüreğinden biraz
insanca uzay kattın gece uzayına odanın.
Zifiri karanlığa değil, hayır, daha yakın varlığına koyardın
gece lambasını, o da sanki dostluğundan ışırdı.
Tek çıtırtı olmazdı ki ona gülümseyerek açıklayamayazsın;
çoktan bilir gibiydin, sofanın ne zaman canlandığını.
Kulak kabartırdı o, yatışırdı. Öylesine güçlüydü
sevgi dolu kalkışın; koca mantosu içinde alınyazısı
dolabın ardına saklanırdı, tedirgin geleceği sığardı
hafifçe yer değiştiren kıvrımları arasına perdenin.
Kendisi rahatlamış yatardı böyle, akıtıp
gözkapakları altında o tatlılığı ön uykusuna,
senin biçimlendirdiğini oyun gibi–;
korunmuş görünürdü… Ama içinde: Kim savar,
kim tutardı içinde aslının ırmaklarını?
Ah sakıntı yoktu uyuyan için; uyurken,
ama düş görürken, ama hummada: Nasıl bırakırdı kendini.
Daha yeni, daha ürkek, nasıl yakalanırdı içindeki oluşun
çepeçevre boy veren sarmaşıklarına dolanıp,
örnekler olurdu, boğazlayıcı üreyiş, kovalayan
hayvansı biçimler.
1 comment