Madam Vauquer onu bulabilmek için çalmadık kapı bırakmamıştı, ama Paris’te Kontes de de l’Ambermesnil konusunda hiçbir bilgi elde edememişti. Bu üzücü olaydan sık sık söz eder, kedilerden daha kuşkulu olmasına bakmadan, insanlara fazla güvenmekten dert yanardı. Yanındakilerden kuşkulanıp karşılarına çıkan ilk yabancıya kapılıveren kimselere benzerdi. Garip, ama gerçek bir ruh olgusudur bu; insan yüreğinde bunun köklerini bulmak da kolaydır. Kimi insanların birlikte yaşadıkları kimselerden elde edebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır da ondan belki; onlara ruhlarının boşluğunu gösterdikten sonra, gizliden gizliye, hiç de hak etmedikleri bir sertlikle yargılandıklarını sezer, ama pohpohlanmalardan yoksun kaldıkları ve buna yenilmez bir gereksinim duydukları ya da ilgileri bile bulunmayan nitelikleri taşıyormuş gibi görünmek isteğiyle yanıp tutuştukları için, bir gün yine –gözden düşmek pahasına da olsa– yabancılardan saygı ya da sevgi göreceklerini umarlar. Bir de doğuştan çıkarcı insanlar vardır ki, dostlarına, yakınlarına iyilik etmek boyunlarının borcu olduğu için, hiçbir yardımda bulunmazlar onlara; buna karşılık, yabancılara iyilik eder, bundan bir onur kazancı sağlarlar; sevgi halkası ne kadar yakınlarındaysa o kadar az sever, halka ne kadar yayılırsa, o kadar yardımsever olurlar. Madam Vauquer’de temelinden bayağı, sahte, iğrenç olan bu iki yaradılış da vardı kuşkusuz.

“Ben burada olsam, bu iş başınıza gelmezdi,” demişti Vautrin. “Suratından anlardım namussuzun ne mal olduğunu. İyi bilirim onların suratlarını.”

Bütün yarım akıllılar gibi Madam Vauquer de olayların halkası dışına çıkmaz, nedenlerini tartmazdı. Kendi kusurlarından dolayı başkalarına yüklenmekten hoşlanırdı. Böyle bir kayba uğrayınca da dürüst erişteciyi, talihsizliğinin baş nedeni olarak görmüş, bu andan sonra, ondan soğumaya başlamıştı. Cilvelerinin, kendini beğendirme çabalarının yararsızlığını anladıktan sonra, bunun nedenini de sezmekte gecikmemişti. Kendi deyimiyle, pansiyonerinin gizli gönül işleri olduğunu fark etmişti. En sonunda iyice anlamıştı ki, öyle tatlı tatlı beslediği umut düşsel bir temele dayanıyordu ve bu işleri iyi bildiği anlaşılan Kontes’in kesinlikle söylediği gibi, bu adamdan hiçbir şey koparamayacaktı. İster istemez nefreti, dostluğundan daha ileri gitti. Kini aşkıyla değil, boşa çıkmış umutlarıyla oranlıydı. İnsan yüreği sevgi tepelerine tırmanırken arada bir dinlenmek fırsatı bulursa da kin duygularının dik yokuşunda pek mola vermez. Ama Mösyö Goriot, pansiyoneriydi onun, bu yüzden manastır başkanına kızan bir keşiş gibi, kırılmış onurunun patlamalarını bastırmak, umut kırıklığının yol açtığı iç çekişleri gömmek, öç isteklerini içine atmak zorunda kaldı. Yarım akıllılar iyi duygularını da, kötü duygularını da sonu gelmez küçüklüklerle yatıştırırlar. Dul kadın da kadın şeytanlığını kurbanına karşı sessiz işkenceler bulmakta kullandı. Pansiyonuna soktuğu gereksiz şeyleri kaldırmakla başladı işe. Eski düzenine döndüğü sabah, “Kornişon da, ançüez de yok artık,” dedi Şişko Sylvie’ye. “Aldatmaca bunların hepsi.” Mösyö Goriot, servetini kendi kazanmış olanlarda bir alışkanlık durumuna getirdiği pintice bir tutumluluğu sürdürür, yemeklerini seçmezdi. Çorba, et haşlaması, yanına da bir sebze, en sevdiği akşam yemeği olmuştu, her zaman da öyle olacaktı. Bunun sonucu olarak Madam Vauquer’in pansiyonerini üzmesi çok zor oldu, hiçbir konuda keyfini kaçıramıyordu. Adamın sarsılmazlığını anlayıp da umutsuzluğa düşünce, onu küçük görmeye başladı, duyduğu tiksintiyi pansiyonerlerine de geçirdi. Onlar da, eğlence olsun diye, dul kadının öcüne destek oldular. İlk yılın sonuna doğru, kadıncağız kuşkuyu öyle bir noktaya getirmişti ki, yılda yedi, sekiz bin frank geliri, çok güzel bir gümüş takımı ve zengin parası yiyen kadınlarınkine taş çıkartan mücevherleri bulunan bir tacirin nasıl olup da servetine oranla pek düşük bir ücretle kendi pansiyonunda kaldığını merak eder oldu. Goriot, bu ilk yılın büyük bir bölümünde, sık sık, haftada iki kez, akşam yemeklerini dışarıda yemiş, sonra, fark edilmez bir biçimde, yemeğini dışarıda yediği akşamların sayısı ayda ikiye inmişti. Goriot efendinin bu eğlenceleri Madam Vauquer’in çıkarına fazlasıyla uygundu, pansiyonerlerinin gittikçe artan bir şaşmazlıkla yemek yemesi karşısında keyfi kaçmaması olanaksızdı.