İlk olarak bu sessiz semtin ortasında uykusuz geçirecekti geceyi, çünkü seçkin çevrenin parıltılarını görünce, aldatıcı bir gücün büyüsüne kapılmıştı. Akşam yemeğini Madam Vauquer’in pansiyonunda yememişti. Pansiyonerler de balodan ancak ertesi sabah, gün doğarken döneceğini düşünmüşlerdi; arada sırada, Prado şenliklerinden ya da Odéon balolarından da böyle döner, ipek çorapları çamurlanmış, iskarpinleri çarpılmış olurdu. Christophe sürgüyü sürmeden önce, kapıyı açıp sokağa bakmıştı. Rastignac da tam bu sırada gelmiş, arkasında ortalığı gürültüye boğan Christophe sessizce odasına çıkmıştı. Soyundu, terliklerini giydi, sırtına her yanı dökülen bir redingot aldı, yer kömüründen bir ateş yaktı, hafiflik içinde çalışmaya hazırlandı; öyle ki Christophe’un ağır pabuçlarının gürültüsü genç adamın çalışmaya hazırlanırken çıkardığı sesleri de bastırdı. Eugène, hukuk kitaplarına gömülmeden önce, bir süre düşünceye daldı. Madam Vikontes de Beauséant’ın kişiliğinde, evi Saint-Germain semtinin en çekicilerinden biri olan bir moda kraliçesi bulmuştu. Öte yandan, bu kadın, hem adı, hem de servetiyle, soylular dünyasının doruklarından biriydi. Halasının yardımıyla, yoksul üniversiteli bu evde iyi karşılanmıştı, böyle bir ilginin enginliğinden habersizdi daha. Bu yaldızlı salonlara alınmak, bir yüksek soyluluk belgesine denkti. Bütün çevrelerin en kapalısı olan bu çevrede görünmekle, her yere gitmeye hak kazanmıştı. Bu parlak topluluk içinde Eugène’in gözleri kamaşmış, Vikontes’le topu topu birkaç sözcük konuşabilmiş, bu seçkin kalabalıkta sıkışan Paris tanrıçaları arasından bir genç adamın tapması gereken birini seçmekle yetinmişti. İri, güzel yapılı Kontes Anastasie de Restaud’nun Paris’in en güzel belli kadınlarından biri olduğu söyleniyordu. İri, kara gözler, çok güzel bir el, ateşli devinimler, Marki de Ronquerolles’ün safkan bir at diye adlandırdığı bir kadın getirin gözlerinizin önüne. Sinirlerinin inceliği hiçbir üstünlüğüne gölge düşürmüyordu; biçimleri dolgun ve yuvarlaktı, ama fazla tombul olmakla da nitelenemezdi: safkan bir at, cins bir kadın. Gök meleklerinin, Ossian imgelerinin, züppelerce tepilen bütün o eski aşk söylenlerinin yerini yavaş yavaş bu deyimler alıyordu. Ama Rastignac için, Madam Anastasie de Restaud arzulanacak kadın olmuştu. Yelpazeye yazılan kavalyeler listesinde kendisine iki dans ayarlamış ve ilk kadril sırasında onunla konuşabilmişti. Birdenbire, kadınların çok hoşlandıkları şu tutku gücüyle, “Madam, bundan sonra nerede görebilirim sizi?” demişti. “Nerede olacak,” diye yanıtlamıştı o da, “Bois’da, Bouffons’da, evimde, her yerde.”

Ve atılgan Güneyli, bir kadril ile bir vals, bir genç adamın bir kadınla dostluk kurmasına ne kadar elverirse güzel Kontes’le dostluk kurmaya çalışmıştı. Madam de Beauséant’ın akrabası olduğunu söyleyince, büyük bir hanım sandığı bu kadın kendisini davet etmişti. Rastignac onun evine gitmeye hak kazanmıştı böylece. Yolladığı son gülümsemeye bakarak onu görmeye gitmesinin zorunlu olduğu kanısına kapılmıştı. Sonra, çağın ünlü pervasızları burada gösterişlilikleriyle göz kamaştıran ve en zarif kadınların, Leydi Brandon’ın, Düşes de Langeais’nin, Kontes de Kergarouet’nin, Madam Sérizy’nin, Düşes de Carigliano’nun, Kontes Ferraud’nun, Madam de Lanty’nin, Markiz d’Aiglemont’un, Madam Firmiani’nin, Markiz de Listomère’in ve Markiz d’Espard’ın, Düşes de Maufrigneuse ve Grandlieu’lerin arasında boy gösteren Maulincourt’lar, Ronquerolles’ler, Maxime de Trailles’lar, de Marsay’ler, Ajuda-Pinto’lar, Vandenesse’lerin ortasında, ölümcül bir kusur olan bilgisizliğiyle alay etmeyecek bir adamla karşılaşmak mutluluğuna ermişti. Evet, bereket versin ki, saf üniversiteli Düşes de Langeais’nin sevgilisi Marki de Montriveau’ya, çocuk gibi sade bir generale rastlamış, o da kendisine Kontes de Rastaud’nun Helder Sokağı’nda oturduğunu söylemişti.

Genç olmak, seçkinler çevresinin susuzluğunu duymak, kadın açlığıyla kıvranmak, sonra da önünde iki kapının birden açıldığını görmek! Ayağını Saint-Germain’de Vikontes de Beauséant’nın, dizini Chaussée-d’Antin’de, Kontes de Restaud’nun evine basmak! Bir anda Paris salonlarına dalmak ve burada bir kadının gönlünde yardım ve destek bulacak kadar yakışıklı olduğuna inanmak! Üzerinde düşmek bilmez bir cambaz güveniyle yürünmesi gereken gergin ipe zorlu bir tekme indirip çekici bir kadında denge sırıklarının en iyisini bulmak! Bu düşünceler içinde ve yer kömürü ateşinin yanı başında eşsiz güzelliğiyle dikilen bu kadının önünde, hukuk ile yoksulluk arasında, kim Eugène gibi gelecek düşlerine dalmaz, kim onu başarılarla donatmazdı? Başıboş düşüncesi gelecekteki sevinçlerini öyle güçlü bir biçimde bugüne getiriyordu ki şimdiden Madam de Restaud’nun yanında sanıyordu kendini. Bu sırada, Aziz Joseph’in ıhlamasına benzer bir göğüs geçirme gecenin sessizliğini bulandırdı ve yüreğinde öyle bir yankılandı ki genç adam can çekişen birinin hırlaması sandı bunu. Kapıyı usulca açtı, koridora çıktı, Goriot Baba’nın kapısının altından ışık sızdığını gördü. Eugène komşusunun rahatsız olmasından korktu, gözünü kilide yaklaştırıp anahtar deliğinden odanın içine baktı, yaşlı adamı hiç de temiz sayılmayacak işlerle uğraşır gördü; o kadar ki, sözde eriştecinin geceleri çevirdiği işleri gözetlemekle topluma yararlı olabileceğini düşündü. Tersine çevrildiği anlaşılan bir masanın ayağına altın yaldızlı gümüş bir tabak ile bir tür çorba kâsesi bağlamış olan Goriot Baba çok güzel işlenmiş olan bu nesnelerin çevresinde bir tür halatı bükerek öyle büyük bir güçle sıkıştırıyordu ki bunları külçe durumuna getirmek istediği anlaşılıyordu.