Rastignac bu ipin yardımıyla yaldızlı gümüşü sessiz sessiz, bir hamur gibi yoğuran ihtiyarın damarları çıkmış kolunu görünce, “Pes doğrusu! Nasıl bir herif bu böyle!” dedi içinden. Bir an doğruldu, “İşlerini daha güvenli bir biçimde yürütmek için budala ve güçsüz numarası yapıp bir dilenci gibi yaşayan bir hırsız, bir yatakçı olmasın?” diye düşündü. Yeniden anahtar deliğine dayadı gözünü. Goriot Baba ipi çözmüştü. Masanın örtüsünü yayıp gümüş külçesini üstüne koydu, çubuk biçimine sokmak için burada yuvarladı onu, bu işi de eşsiz bir kolaylıkla becerdi. Yuvarlak çubuk neredeyse kusursuz bir duruma geldikten sonra, Rastignac, “Polonya Kralı Auguste kadar güçlü mü ne bu adam?” dedi içinden. Goriot Baba yaptığı şeye acılı bir yüzle, üzgün üzgün baktı, gözlerinden yaşlar boşandı, ışığında yaldızlı gümüşü büktüğü idare lambasını üfledi. Eugène içini çekerek yattığını işitti. “Delirmiş bu adam,” diye düşündü.
Goriot Baba yüksek sesle, “Zavallı yavrucak!” dedi.
Rastignac, bu söz üzerine, bu olaydan söz etmemenin, komşusunu düşüncesizce suçlamamanın daha doğru olacağını düşündü. Odasına döneceği sırada, merdivenden yukarı çıkan bez terlikli adamların çıkarması gereken, anlatılması oldukça zor bir gürültü duydu birdenbire. Kulak verdi, gerçekten de, iki kişinin birbirini izleyen soluklarını işitti. Kapının gıcırtısını da, adamların ayak seslerini de duymadı, ama birdenbire ikinci katta, Mösyö Vautrin’in odasında zayıf bir ışık gördü. “Küçük bir pansiyonda bir sürü gizem işte,” dedi içinden. Birkaç basamak indi, dinlemeye başladı, kulağına altın sesleri geldi. Az sonra ışık söndü, kapı gıcırdamadıysa da iki soluk yine duyuldu. Sonra, iki adam indikçe, gürültü zayıfladı.
Madam Vauquer odasının penceresini açtı.
“Kim var orada?” diye bağırdı.
Vautrin kalın sesiyle, “Benim, Vauquer Ana, dışarıdan geliyorum,” dedi.
Eugène, odasına dönerken, “Olur şey değil! Christophe kapıyı sürgülemişti,” diye düşündü. “Paris’te çevremizde olup bitenleri anlamak için uyanık durmak gerek.” Bu küçük olayların etkisiyle hırs dolu aşk düşüncelerinden uzaklaşmış bir durumda, çalışmaya başladı. Goriot Baba konusunda aklına takılan kuşkular dikkatini dağıttı, Madam de Restaud’nun parlak bir yaşamın müjdecisi gibi arada bir gelip karşısına dikilen yüzü daha da dağıttı dikkatini, en sonunda yattı, yumruklarını sıkarak uyudu. Gençler, çalışmaya adadıkları on gecenin yedisini uykuya verirler. Geceleri uyanık kalabilmek için, yaşın yirmiyi geçmiş olması gerekir.
Ertesi sabah, en şaşmaz kişilere bile zamanını şaşırtacak kadar yoğun sislerden biri sarmıştı Paris’i. Böyle havalarda iş randevuları kaçırılır. Saat on ikiyi vururken, sabahın sekizi sanır herkes. Saat dokuz buçuk olmuştu da Madam Vauquer hâlâ yatağından kıpırdamamıştı. Christophe ile Şişko Sylvie de gecikmişlerdi, pansiyonerler için kreması alınmamış sütten hazırlanmış kahvelerini içiyorlardı. Sylvie, Madam Vauquer bu haksız vergiyi anlamasın diye uzun süre kaynatmıştı sütü.
Christophe, kızarmış ekmeğini kahvesine batırdı:
“Sylvie,” dedi, “Mösyö Vautrin bu gece yine iki kişiyle görüştü. Hanım kuşkulanacak olursa bir şey söylemezsin. İyi adam ne de olsa.”
“Bir şey verdi mi sana?”
“Bir ay için 100 sou verdi, çenemi tutmam için.”
“Bir o eli sıkı değildir, bir de Madam Couture. Ötekiler yıl başında sağ elleriyle verdiklerini daha sonra sol elleriyle geri almak isterler,” dedi Sylvie.
“Hem de ne verirler ki!” dedi Christophe. “Alt tarafı 100 sou. Goriot Baba ayakkabılarını iki yıldır kendisi boyuyor.
1 comment