Girdiğimiz kapı hangisi olursa olsun, geçmiş olan hep aynı şeydir.” Üstelik, Balzac böylesinin daha doğal olduğunu, gerçek yaşamda da olayların öyküsünün bize bu biçimde, düzensiz olarak ulaştığını kesinler: “Hiçbir şey tek parça değildir bu dünyada, her şey mozaiktir. Ancak geçmiş zamanın öyküsü tarih sırasıyla anlatılabilir, bu düzen yürüyen şimdiki zamana uygulanamaz.” Bu nedenle, Balzac daha çok içeriğe dayanan bir bölümleme uygular; ama, doğrusunu söylemek gerekirse bu bölümleme de oldukça yüzeysel, oldukça saymaca kalır. Yapıtının gereğince anlaşılıp değerlendirilmesi için, şu ya da bu düzene göre, ama tümüyle okunması ilk koşul olarak kalır.

İnsanlık Güldürüsü’nü oluşturan birbirinden ilginç anlatıların çoğu kez dağınık, bağımsız bir biçimde yayımlanmalarına gelince, yalnız bizim ülkemizde değil, Fransa da işin içinde olmak üzere, her yanda sürdürülen bir tutum. Bunun nedenini anlamak da zor değil. Bir kez, her anlatının kendi kendine yeterli görünmesi, –bütünün zararına bile olsa– böyle bir tutumun sakıncasını azaltıyor; sonra, hele bu büyük yapıtın Fransızca’dan başka bir dilde yayımlanması söz konusu olunca, binlerce sayfalık bu romanlar ve öyküler toplamını belirli bir düzen içinde sunmak, yayıncılara içinden çıkılması zor bir sorun olarak görünüyor, bu sorunlarla boğuşmaktansa bütünün belirli parçalarıyla yetiniliyor.

Ne olursa olsun, gerek kendi kendine yeten bir roman, gerekse İnsanlık Güldürüsü’nün bir parçası olarak, Goriot Baba’nın Balzac anlatıları arasında ayrıcalıklı bir yer tuttuğu kuşku götürmez. İlk bakışta, biraz yüzeysel bir biçimde, “Balzac romanı” diye adlandırılan örnekçeye uyması bir yana, kurgusuyla, konusuyla, kişileriyle, içerdiği dünya görüşüyle, gerçekten ilginç bir romandır Goriot Baba; yalnızca ilginç baba tipiyle değil, anlatım ustalığıyla da, öteki kahramanlarıyla da bizi sürükler. Öte yandan, çok iyi bilindiği gibi, Balzac’ın kafasında İnsanlık Güldürüsü’nü oluşturma düşüncesi, Goriot Baba’yla birlikte doğmuştur. Bu da, ister istemez, Goriot Baba’yı bir odak-yapıt durumuna getirir: İnsanlık Güldürüsü’nün birliğini sağlayan başlıca özelliklerinden biri, bu büyük yapıtın sayıları üç bine ulaşan kişilerinin önemli bir bölümünün birçok parçada yeniden karşımıza çıkmasıdır; bunların önemli bir bölümü –ve genellikle en ilginçleri– de İnsanlık Güldürüsü’ne Goriot Baba’dan dağılır: Rastignac, Bianchon, Vautrin, Gobseck, Nucingen, Markiz de Trailles, Madam de Beauséant, Madam de Langeais ve daha birçokları, başka yapıtlarda, daha değişik olaylar, daha değişik koşullar içinde, değişik yönleriyle tanıyacağımız, ünlü Balzac kişileridir.

Bu özelliği göz önüne alınınca İnsanlık Güldürüsü’nün eşsiz evrenine girmek için en elverişli kapının Goriot Baba olduğu söylenebilir.

TAHSİN YÜCEL

I

Sıradan bir pansiyon

Madam Vauquer yaşlı bir kadındır, kızlığında “de Conflans” soyadını taşımıştır, kırk yıldan beri Paris’te Quartier Latin ile Saint-Marceau arasında, Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı’nda küçük bir pansiyon işletir. “Vauquer Pansiyonu” adıyla tanınan bu pansiyon, erkeklere de, kadınlara da, gençlere de, yaşlılara da açıktır ya bu saygıdeğer kurumun töreleri konusunda en ufak bir dedikodu çıkmamıştır. Ne var ki otuz yıldan beri genç bir kimsenin oturduğu da olmamıştır burada; genç bir adamın böyle bir yerde oturması için, ailesinden çok az bir para alması gerekir. Bununla birlikte, 1819’da, yani bu dramın başladığı sırada, zavallı bir kızcağız kalıyordu burada. “Dram” diyoruz. Yaşadığımız bu gözü yaşlı edebiyat çağında, hem yalan yanlış, hem de gereğinden fazla kullanılması yüzünden, iyice gözden düşmüş olan bu sözü yine de kullanmak gerekiyor burada. Öykümüz sözcüğün gerçek anlamında “dramatik” olduğu için mi? Hayır. Kitap okunup bitirildikten sonra, için için ya da açık açık birkaç damla gözyaşı dökülmesine yol açar belki de ondan. Paris’in dışında anlaşılabilecek mi bu kitap? Orası kuşkulu. Gözlemlerle, yersel renkle dolup taşan bu “sahnenin” özellikleri ancak Montmartre ve Montrouge tepecikleri arasında, her an dökülmeye hazır alçı ve sıva yığınlarından, kara çamur derelerinden oluşan bu ünlü vadi içinde değerlendirilebilir. Gerçek acılarla, yalancı sevinçlerle dolup taşan bir vadidir burası, öyle korkunç bir çalkantı içindedir ki, burada şöyle azıcık sürekli bir heyecan uyanabilmesi için, gözleri yuvalarından dışarı uğratacak bir şeyler olması gerekir. Bununla birlikte, şurada burada rastlanan kimi acılar, kötü eğilimlerle erdemlerin yığılımı yüzünden öyle büyük, öyle çarpıcı bir niteliğe bürünür ki bencillikler, çıkarlar duruverir, acıma duyar insan, ama edinilen izlenim çabucak yenilip bitirilen, lezzetli bir meyvedir. Ne var ki, uygarlık arabası, tıpkı “Tanrı Jagannatha’nın arabası” gibi, ötekiler kadar kolay ezilmeyerek tekerleklerinin dönmesini engelleyen bir yüreğe rastladı mı hemen parçalayıverir onu, şanlı yürüyüşünü sürdürür.1 Siz, bu kitabı apak ellerinde tutanlar, “Belki biraz eğlendirir beni,” diyerek yumuşacık koltuklarına gömülenler, siz de böyle yapacaksınız işte. Goriot Baba’nın sessiz mutsuzluklarını okuduktan sonra, duygusuzluğunuzu yazarın sırtına yükleyerek onu abartmacılıkla damgalayıp şiire kaçmakla suçlayacak, yemeğinizi iştahla yiyeceksiniz. Hayır, hayır! Şunu bilin ki bu dram ne bir düş ürünü, ne de bir romandır. All is true,2 bu dram öylesine gerçek ki öğelerini herkes kendi evinde, belki de kendi yüreğinde bulabilir.

Bu gösterişsiz pansiyonun işletildiği yapı Madam Vauquer’in kendi malıdır. Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı’nın alt yanında, toprak yüzeyinin Arbalète Sokağı’ na doğru alçaldığı yerdedir. Bu alçalma öyle birdenbire, öyle sert bir biçimde başlar ki atlar buradan ender olarak çıkıp inerler. Bu durum burasını sarı renklere bulayıp her şeyi kubbelerinden yansıyan, somurtkan renklerle karartarak hava koşullarını değiştiren iki anıt, yani Val-de-Grâce ile Panthéon arasında sıkışmış olan bu sokaklarda kol gezen sessizlik için elverişlidir. Kaldırımlar kurudur burada, derelerde ne çamur, ne su vardır, duvar diplerinde otlar yükselir. Burada en kaygısız insan bile rahatsız, gelip geçenler hüzünlü, evler kasvetli mi kasvetlidir, yüksek duvarlar hapishane kokar, bir araba sesi bir olay olur. Yolunu şaşırıp da buraya düşmüş bir Parisli küçük pansiyonlar ya da okullar, düşkünlükler ya da sıkıntılar görür yalnızca, can çekişen yaşlılığı, çalışmak zorunda bulunan, tutsak edilmiş, şen gençliği görür. Paris’ in hiçbir semti böylesine ürkütücü, hatta, çekinmeden söyleyelim, böylesine bilinmedik bir yer değildir.