Özellikle Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı, tunçtan bir çerçeve, bu anlatıya uygun düşen tek çerçevedir. Düşünceyi böyle bir anlatıya hazırlamak için ne kadar koyu renk, ne kadar karanlık görüş kullanılsa azdır; yolcu catacombelara3 inerken ışık basamak basamak azalır, kılavuzun şarkısı zayıflar ya, tıpkı öyle. Karşılaştırma yerindedir. Kurumuş yürekler görmek mi daha ürkütücüdür, boşalmış kafatasları görmek mi, kim karar verebilir?
Vauquer Pansiyonu’nun ön bölümü bir küçük bahçeye bakar; böylelikle Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı’ yla dik bir açı oluşturur, burada derinlemesine kesilmiş görünür. Ön duvar boyunca, ev ile bahçe arasında, bir kulaç genişliğinde, kaba çakıltaşları döşeli, çukur bir yer, onun önünde ise, aklı, mavili, büyük çini saksılara dikilmiş sardunyalarla, zakkum ve nar ağaçlarıyla çevrili, ince ve kumluk bir yol vardır. Üzerinde, şöyle bir yazı bulunan bir levhanın olduğu büyük bir kapıdan girilir bu yola:
VAUQUER PANSİYON
Her iki cinsten ve öbür insanlar için
Gündüzleri, cırtlak çıngıraklı, kafes parmaklıklı bir kapıdan bakılınca sokağın karşısına düşen duvarda, semtin bir ressamınca yeşil mermer biçiminde boyanmış bir kemer görünür. Bu resmin canlandırdığı girintinin altında, bir Eros heykeli yükselir. Simge meraklıları, bu heykelin pul pul olmuş cilasına bakınca oradan birkaç adım ötede derdine çare bulunan bir Paris aşkının bir söylenini bulurlar belki bunda.4 Oturtmalığın altındaki şu yarı yarıya silinmiş yazıt, 1777 yılında Paris’e dönmüş olan Voltaire’e gösterilen coşkulu bağlılık nedeniyle yapılmış olduğu zamanı anımsatır.
“Kim olursan ol, işte efendin:
eski, şimdiki ya da gelecekteki.”5
Karanlık çökerken, parmaklıklı kapının yerini tam bir kapı alır. Genişliği ön duvarın uzunluğuna eşit olan küçük bahçe, sokak duvarı ile komşu evin ortak duvarı arasında kalır, sarmaşıklardan oluşmuş bir örtü sarkar, onu bütünüyle saklar, gelip geçenlerin bakışlarını Paris’ in oldukça ilginç bir görünümüne çeker. Bu duvarların her biri, cılız ve tozlu ürünleri Madam Vauquer için her yıl bir korku ve pansiyonerleriyle bir konuşma konusu olan, dizi dizi meyve ağaçları ve asmalarla örtülüdür. Her duvar boyunca, şöyle böyle yetmiş iki ayak uzunluğunda, daracık bir ağaçlıklı yol vardır, sık ıhlamur ağaçlarıyla son bulur. Madam Vauquer, kızlığında “de Conflans” gibi bir soylu ad taşımış olmakla birlikte, müşterilerinin dilbilgisel uyarılarına da aldırmadan, inatla ıklamur der bunlara. İki yan yol arasında, öreke biçiminde budanmış meyve ağaçları, kuzukulağı, marul ve maydanozlarla çevrili bir enginar evleği bulunur. Ihlamur ağaçlarının altında, çevresine iskemleler dizilmiş, yeşil boyalı bir yuvarlak masa durur. Yazın en sıcak günlerinde, kahve içmek için kesenin ağzını açabilecek ölçüde paralı müşteriler, burada, yumurtadan civciv çıkartabilecek sıcaklıktaki havada kahvelerinin tadını çıkarırlar. Üç kat yükselen, yukarısında da çatı odaları bulunan ön bölüm, moloz taşlarla örülmüş, Paris’in bütün evlerine iğrenç bir nitelik veren şu sarı renkle badana edilmiştir. Her katta beşer pencere vardır, bunlar da ufak camlara bölünmüştür, hiçbiri aynı biçimde açılmamış olduğundan, panjurları birbirine yan bakar. Evin yanlarında ikişer pencere vardır, alt kattakiler demir parmaklıklarla süslüdür. Yapının arkasında aşağı yukarı yirmi ayak genişliğinde bir avlu bulunur; domuzlar, tavuklar, tavşanlar kardeş kardeş geçinirler burada, dipte de odunluk olarak kullanılan bir sundurma yükselir. Bu sundurma ile mutfak penceresi arasında, üzerine teknenin bulaşık suları dökülen yiyecek dolabı durur. Bu avludan da daracık bir kapı açılır Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı’na; aşçı kadın, ortalığı hastalık sarar korkusuyla, bu batakhaneyi bol suyla yıkayarak çöpleri buradan dışarı koyuverir.
Doğal olarak pansiyon işletmesine ayrılan alt kat, sokağa bakan iki pencereyle aydınlanan ve camlı bir kapıdan girilen bir ilk odayla başlar. Bu salon, basamakları boyanıp parlatılmış taş ve tahtalardan oluşan bir merdivenin sahanlığıyla mutfaktan ayrılan yemek odasına açılır. Birbirini izleyen donuk ve parlak çizgili, kıl kumaşlarla kaplanmış koltuk ve iskemlelerle döşenmiş olan bu salon kadar hüzün verici bir şey yoktur. Ortada Sainte-Anne mermerinden bir yuvarlak masa durur, onun üstünde de bugün her yanda rastlanan, ak porselenden bir çay takımı vardır, yaldızlı çizgileri yarı yarıya silinmiştir. Döşemesi oldukça bozulmuş olan bu odanın duvarları dirsek yüksekliğine kadar tahtayla kaplanmıştır. Duvarların geri yanını da Telemakhos’un6 başlıca sahnelerini canlandıran, bildik kişileri renkli olarak sunulan, parlak bir duvar kâğıdı örter. Kafesli pencereler arasındaki çerçeve, Kalypso’nun Odysseus’un oğluna verdiği şölenin tablosunu sunar pansiyonerlere... Bu resim, tam kırk yıldan beri, genç pansiyonerlerin şakalarına yol açar: Yokluk yüzünden yemek zorunda kaldıkları akşam yemeğiyle alay ettikçe durumlarının üstünde bulunduklarını sanırlar. Hep temiz olan ocağı ancak önemli günlerde ateş yakıldığını gösteren taş şömine, kafes içinde, yıpranmış, yapma çiçeklerle dolu olan iki vazoyla süslüdür; mavimsi mermerden, zevksizlik örneği bir duvar saati de bunlara eşlik eder. Bu ilk odadan, dilde bir karşılığı bulunmayan, ama “pansiyon kokusu” diye adlandırılması gereken bir koku yayılır.
1 comment