Görünmez Adam

 GÖRÜNMEZ ADAM

H.G. Wells

Çeviren: Ali Kaftan

Orijinal Adı: The Invisible Man

 


Herbert George Wells, (1866-1946) Bromley, Kent’te doğdu. Bir manifaturacı dükkânındaki iki yıllık çıraklık dönemi de dahil olmak üzere yaşama birkaç "yanlış başlangıç" yaparak başladıktan sonra, Güney Kensington’daki Normal Bilim Okulu’nun bursunu kazandı. Burada T.H. Huxley’den biyoloji dersleri aldı. 1890’da mezun olduktan sonra başladığı öğretmenlik kariyeri, sağlık sorunları nedeniyle pek de uzun sürmedi. 1893’te yaşadığı iç buhranı atlatmaya başladığı sıralarda çeşitli makaleler ve kısa öyküler yazmaya ve çok geçmeden de yaşamını gazetecilikten kazanmaya başladı.

İlk romanı Time Machine (Zaman Makinesi) 1895’te yayımlandı. Bu romanı, 1897’de The Invisible Man (Görünmez Adam), 1898’de The War of the Worlds (Merihliler Yeryüzünde), 1901’de The First Men in the Moon (Ayda İlk İnsanlar), Anticipations, Mankind in the Making, A Modem Utopia ve diğer bilimsel yapıtları izledi. Bunların yanı sıra, Dickens geleneğine bağlı kalarak 1900’de The Wheels of Chance, Love and Mr. Lewisham, 1905’te Kipps, 1909’da Tono-Bungay ve 1910’da The History of Mr. Polly gibi romanlar da yazıyordu.

Ölümüne kadar romanlar, kısa öyküler, bilimkurgu, biyografik ve tarihi yazılar kaleme aldı. 1934’te yazdığı Experiment in Autobiography, yaşamını, yapıtlarını, düşüncelerini gözden geçirdiği otobiyografik bir yapıttır.

Herbert George Wells

 GÖRÜNMEZ ADAM

Grotesk Bir Macera0

‘Yarı saydam yapılmış olsa da, özü kara topraktır’2

YAZARIN ÖNSÖZÜ1

Bay Gollancz, fantastik hikâyelerimden yapılan bu derlemeye bir önsöz yazmamı istedi. Hikâyeler kronolojik olarak sıralanmışlardır, ama burada daha kitabın başında söylemeliyim ki, benim eserlerimle ilgili hiçbir şey bilmeyen birinin Görünmez Adam ya da Dünyaların Savaşı ile başlaması daha uygun olacaktır. Zaman Makinesi dördüncü boyutla ilgili olduğu için biraz ağırdır ve Dr. Moreau’nun Adası da oldukça acıklıdır.

Bu hikâyeler daha önce Jules Verne’in eserleri ile kıyaslanmışlardı, bir ara edebiyat gazetecileri arasında bana Ingilizlerin Jules Verne’i demek gibi bir eğilim vardı. Aslında o büyük Fransız’ın gelecekte gerçekleşecek buluşları da içeren hikâyeleri ile benim fantezi hikâyelerim arasında edebi açıdan hiçbir benzerlik yoktur. Onun çalışmaları neredeyse her zaman için gerçek buluş ve keşif olasılıklarıyla ilgili idi ve gerçekten de kayda değer birkaç öngörü yapmıştı. Onun uyandırmaya çalıştığı ilgi pratik amaçlara yönelikti; o zaman için henüz yapılmamış, ama yapılabilecek şu ya da bu şeylere inanıyor, onları yazıyor ve anlatıyordu. Okurunun bunların gerçekleştiğini hayal etmesine ve bu buluşların ne tür bir eğlence, heyecan ya da fesatlık getirebileceklerini anlamasına yardımcı oluyordu. Buluşlarının pek çoğu “gerçekleşti.” Ama benim bu kitapta toplanan hikâyelerim olası şeylerle uğraşıyormuş iddiasında değiller; bunlar bambaşka bir alanda gerçekleştirilen hayal gücü alıştırmalarıdır. Bunlar Golden Ass of Apuleius, Tine Histories of Lucian. Petcı Schlemil gibi eserleri ve Frankenstein'ın öyküsünü içeren bir vazı tarzına aittirler. İçlerinde, örneğin, Bay David Gamett'in Lady into Fox eserinde gerçekleştirdiği birkaç takdire değer buluş da yer almaktadır. Bu hikâyelerin tümü fanteziye dayalıdır, ciddi bir olasılığın nasıl gerçekleşebileceğini göstermeye çalışmak gibi bir amaç güdülmez; aslında bunlarda amaçlanan sadece insanın sürükleyici bir düşte duyacağı inanç kadar bir inandırıcılığa sahip olmaktır. Hikâyelerin amacı okuru kitabın sonuna kadar ispatlarla ya da tartışmalarla değil bir yanılsamaya çekerek tutmaya çalışmaktır ve okur kitabın kapağını kapatıp, olanları düşündüğünde de bunların olanaksızlığının farkına varacaktır.

Bu tür hikâyelerin tümünde, ilgiyi canlı tutan şey, yapılan buluşun kendisi değil, fantastik olmayan öğelerdir. Bunlar insanlarda herhangi bir “sempatik” romanın uyandıracağı kadar duygudaşlık uyandıracaklardır; fantastik öğeler, tuhaf nesneler ya da tuhaf dünyalar sadece hayret, korku ya da şaşkınlık gibi doğal tepkilerimizi uyandırmak ya da bu tepkileri güçlendirmek için kullanılacaktır. İcadın kendisi başlıbaşına bir anlam ifade etmez, bu temel ilkeyi anlayamayan acemi yazarlar böyle bir şeye kalkıştıklarında ortaya çıkan şeyden daha budalaca ve abartılı bir şey de düşünülemez. Herkes içi dışına çıkmış insanlar, jimnastik güllesi gibi dünyalar, ya da çekmek yerine iten yerçekimi gibi buluşlar yapabilir. Bu tür hayale dayalı kurgulan ilginç kılan şey, bunların sıradan ifadelere çevrilebilmesi ve başka birtakım mucizelere de hikâyenin içinde kesinlikle yer verilmemesidir. O zaman hikâyeler insani bir hale gelirler. “Bu başınıza gelseydi ne hissederdiniz?” sorusudur asıl soru, örneğin domuzlar uçabilse ve bir çitin üzerinden dosdoğru sizin üzerinize gelselerdi ne hissederdiniz gibi. Birdenbire bir eşeğe dönüşseydiniz ve bunu kimseye söyleyemeyecek durumda olsaydınız ne hissederdiniz? Ya da görünmez olsaydınız?

Ama kimse hem çitlerin hem evlerin uçmaya başlamasıyla, ya da sağda solda bütün insanların aslanlara, kaplanlara, kedilere, köpeklere dönüşmeye başlamasıyla ya da her önüne gelenin bir şekilde ortadan kayboluvermesiyle iki kez üst üste ilgilenmek istemez.