Biraz sonra oda ısınır.”

Yabancı buna yanıt vermeden tekrar başını çevirdi; Bayan Hail konuşma çabalarının biraz zamansız olduğunu hissederek, elindeki sofra takımlarının geri kalanını da çabucak masaya yerleştirdi ve odadan dışarı fırladı. Geri döndüğünde yabancı taştan bir adam gibi, kambur sırtı, yukarı kaldırılmış yakaları ve yüzüyle kulaklarını tümüyle kaplayan, aşağı doğru eğilmiş kenarlarından kar sulan damlayan şapkasıyla hâlâ orada dikilmekteydi. Yumurtaları ve domuz pastırmasını masaya fark edilmesini sağlamak için özel bir şiddetle bıraktı ve alçak sesle değil de, sanki yabancıyı çağırır gibi yüksek sesle “Yemeğiniz hazır, efendim,” dedi.

“Teşekkür ederim,” dedi yabancı aynı anda ve Bayan Hail kapıya ulaşana kadar yerinden kıpırdamadı. Sonra aniden döndü ve hızla masaya yaklaştı.

Bayan Hail barın arka tarafından mutfağa doğru giderken düzenli aralıklarla tekrarlanan bir ses duydu. Cırk, cırk, cırk diye devam edip gidiyordu ses, bir tasın içinde hızla çalkalanan bir kaşığın sesiydi bu. “Ah bu kız!” dedi. “Bak işte! Unuttum gitti. Bu kadar zamandır oyalanıyor!” Hardalı karıştırmayı kendisi tamamlarken, Millie'ye bu aşın yavaşlığı yüzünden art arda birkaç iğneleyici laf sıraladı. Domuz etini ve yumurtaları o pişirmiş, masayı kurmuştu, her şeyi o yapmıştı, bu sırada Millie’nin tek yapabildiği (tam da yardımcıydı ya!) hardalı geciktirmek olmuştu... ve yeni bir misafirleri vardı, üstelik orada kalmak istiyordu! Sonra hardalı kavanoza doldurdu ve gösterişli bir şekilde altın sansı ve siyah bir çay tepsisine koyup, arka odaya götürdü.

Kapıyı tıklatıp, odaya daldı. O içeri girdiği sırada konuğu hızla harekete geçti, bu yüzden bir an içinde masanın arkasında kaybolan beyaz bir nesne dışında bir şey göremedi. Yere düşürdüğü bir şeyi almak üzere eğilmiş gibiydi. Bayan Hail hardal kavanozunu masaya hafifçe bıraktı, sonra paltoyla şapkanın çıkarılmış ve ateşin önündeki bir sandalyenin üzerine bırakılmış olduklarını fark etti. Şöminenin çelik paravanasının üzerinde bir çift ıslak bot duruyordu, paravanayı paslandıracakları. Kararlı adımlarla bu eşyalara doğru ilerledi. “Sanırım artık onlan kurutabilirim,” dedi karşı çıkılmasına yer bırakmayan bir ses tonuyla.

“Şapkayı bırakın,” dedi konuğu boğuk bir sesle; Bayan Hail arkasını döndüğünde konuğunun da oturmuş ona bakmakta olduğunu gördü.

Bir süre için ağzı açık kalakaldı, konuşamayacak kadar şaşırmıştı.

Yabancı yüzünün alt kısmını, ağzını ve çenesini tümüyle gizleyen beyaz bir kumaş parçasıyla - gelirken yanında getirdiği bir sofra peçetesiydi bu - kapatmıştı, boğuk sesinin nedeni de buydu. Ama Bayan Hall'ün irkilmesine neden olan bu değildi. Onu irkilten şey yabancının alnının tümünün beyaz bir saikıyla kaplı olmasıydı, kulakları da başka bir sargıyla kaplanmıştı; yüzünde o pembe, sivri burnu dışında görülebilen başka hiçbir yer yoktu. Burnu parlak pembe bir renkteydi, ilk geldiği zamanki gibi pırıl pırıl parlıyordu. Boynuna kadar çektiği. siyah keten astarlı yakaları olan koyu kahverengi kadife bir ceket giymişti. Çaprazlamasına sarılmış sargıların altından va da aralarından fışkıran kalın siyah saçları, tuhaf kuyruklar ya da boynuzlar halinde dikilmiş, yabancıya akla gelebilecek en tuhaf görünümü vermişlerdi. Bu sargılarla sarılıp sarmalanmış kafa Bayan Hall’ün görmeyi beklediği görüntüden o kadar uzaktı ki, bir an için taş kesilmişti.

Yabancı peçeteyi çekmemiş, Bayan Hall’ün o anda farkına vardığı gibi, kahverengi bir eldiven giymiş olduğu eliyle ağzının önünde tutmaya ve o esrarengiz, mavi gözlüklerinin ardından ona bakmaya devam etmişti. “Şapkayı bırakın,” dedi, beyaz peçetenin ardından kesin bir tonla.

Bayan Hall’ün duyulan yaşadıkları o şaşkınlık anının ardından kendilerine gelmeye başlamışlardı. Şapkayı tekrar ateşin yanındaki sandalyenin üzerine bıraktı. “Bilmiyordum, efendim,” diye başladı, “sizin...” diye devam etti, sonra da mahcup olarak durakladı.

“Teşekkürler,” dedi yabancı isteksiz bir ifadeyle; gözlerini Bayan Hall’ün üzerinden önce kapıya, sonra da tekrar ona çevirdi.

“Bunları iyice kuruturum, efendim, çabucak,” dedi Bayan Hail ve giysileri alarak dışan çıktı. Tam kapıdan çıkarken yabancının beyaz sargılı kafasına ve mavi gözlüklerine tekrardan bir göz attı, ama yabancı peçetesini hâlâ yüzünün önünde tutuyordu. Bayan Hail kapıyı arkasından kapatırken bir an için titredi, yüzü yaşadığı şaşkınlık ve hayretle dokunaklı bir ifade almıştı. “Asla”, diye fısıldadı. “Ama, işte!” Son derece sessizce mutfağa doğru yürüdü, oraya vardığında ise, Millie’ye şimdi neyle uğraşıp, karıştırdığını soramayacak kadar aklı karışmıştı.

Konuk oturdu ve Bayan Hall’ün uzaklaşan ayak seslerini dinledi.