Jane Austen için de böyle oldu. Austen yirminci yüzyılda akademik edebiyat dünyasında kendi gerçek eleştirmenlerini buluncaya kadar önemli tarihsel değerlendirmelerini hep meslekdaşlarından aldı: önce Trollope, ki az buz bir adam değildir, onun Shakespeare ayarında bir yazar olduğunu söyledi, sonra hem yazar hem de edebiyat düşünürü olarak Virginia Woolf ve E. M. Forster Austen'a hakkını teslim ettiler. Forster üslubunun inceliklerini örnek gösterdi; Woolf ise Austen'ın "tüm büyük yazarlar içinde büyüklüğü en zor yakalanacak yazar" olduğunu söyledi. Woolf'un tarifi Austen'la ilgili 'anahtar' gerçeği ifade etmesi bakımından hepsinden önemli: o da yukarıda sözünü ettiğim 'büyü'. Austen sözkonusu olunca gerçeği büyü ile açıklamak zorunda kalıyoruz. Bu büyü Austen'ı dayanılmaz ölçüde çekici, o ölçüde taklit edilemez yapan, aynı zamanda tarif edilmesini, sınıflandırılmasını da imkansız kılan 'okuma tadı'dır ve Austen'ı bugün hala bir edebiyat esrarı olarak yaşatmaktadır. Bu esrar, "nasıl oluyor da edebiyatçılara da halka da aynı zevki veriyor?" sorusunda gizlidir.

Austen'ın romanlarına şöyle bir baktığınız zaman, ortada sadelikten başka bir edebiyat süsü yoktur; yazarın hiçbir şekilde okuru etkilemeye çalıştığını hissetmezsiniz; anlatılan kişiler istisnai özellikleri ya da trajik kaderleri olan, enteresan işlere girişen, başka dünyadan gelmiş gibi konuşan kişiler değildir; olaylar aşk ve evlilik girişimleri, hayal kırıklıkları, kendini tanıma gibi, olay bile denemeyecek durumlardır –gelinir, gidilir, oturulur konuşulur, kadere boyun eğilir, beklenir vs. Ama roman elden bırakılamaz. Açıklaması gerçekten zor; açıklamak, herhalde Austen'ın üslubunun kendisi kadar incelikli bir çaba istiyor.

Tabii, bu anlattığım sahnedeki en şanslı taraf, aynı zamanda en etkili taraf, okur. Okurun iyi olanı seçme ve yaşatma içgüdüsü olmasaydı, hangi edebiyatçı ne telkin ederse etsin, şişirsin ya da karalasın, Jane Austen iki yüz sene sonra hala burada olmazdı. Bu örnek, roman - okur ilişkisinin, arada hiçbir başka ihtiyaç olmadan, sadece ikisinin birbirini yaratma ve yaşatma ortaklığının harikulade bir örneği olması bakımından da önemli. Okur için bir şey ifade etmek: her romanın böyle bir mecburiyeti var. Gurur ve Önyargı okur için hayati şeyler ifade eden, zamanın üstesinden gelmiş, kalbin gücüne ve ölümsüzlüğüne ait az sayıdaki romandan biridir.

Hamdi Koç


Birinci Kitap

Bölüm I

Dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir, hali vakti yerinde olan her bekar erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı vardır.

Böyle bir erkek yeni bir muhite ilk adımını atarken ne hissediyor, ne düşünüyor, kimse bilmez, ama bu gerçek civardaki ailelerin aklına öyle yerleşmiştir ki onu kızlarından birinin ya da diğerinin tapulu malı sayarlar.

"Duydun mu Mr. Bennet, şekerim," dedi eşi bir gün, "Netherfield Korusu nihayet tutulmuş."

Mr. Bennet duymadığını söyledi.

"Ama tutulmuş," diye devam etti eşi; "Mrs. Long az önce buradaydı, bana her şeyi anlattı."

Mr. Bennet cevap vermedi.

"Kim almış, merak etmiyor musun?" diye haykırdı karısı sabırsızca.

"Söylemek istiyorsan itiraz etmem."

Bu kadar davet ona yeterdi.

"Valla, şekerim, bunu dinlemelisin, Mrs. Long diyor ki Netherfield'i kuzey İngiltere'li, büyük servet sahibi bir genç almış; Pazar günü dört atlı arabasıyla gelip yeri görmüş ve öyle beğenmiş ki Mr. Morris'le şıp diye anlaşmış; Michaelmas'dan önce mülkü devralacakmış, birkaç hizmetçisi de gelecek hafta sonuna kadar evde olacakmış."

"Adı neymiş?"

"Bingley."

"Evli mi bekar mı?"

"Aa! Bekar, şekerim, bekar tabii! Çok zengin, yılda dört beş bin kazanan bir bekar. Kızlarımız için ne hoş bir şey!"

"Nasıl yani? Kızlarımızla ne ilgisi var?"

"İlahi Mr. Bennet," diye cevapladı karısı, "nasıl bu kadar yorucu olabiliyorsun! Kızlardan birini onunla evlendirmeyi düşündüğümü anlamış olmalısın."

"Buraya bu amaçla mı gelmiş?"

"Nasıl böyle konuşabiliyorsun! Kızlardan birine aşık olması çok mümkün; o yüzden gelir gelmez onu ziyaret etmelisin."

"Bunun için bir sebep yok. Sen kızlarla gidebilirsin, ya da onları kendi başlarına gönderebilirsin, hatta bu belki daha iyi olur, çünkü güzellikte onlardan aşağı kalır yanın olmadığı için Mr. Bingley aradan seni seçebilir."

"İltifat ediyorsun, şekerim. Ben de güzellikten payımı almışım elbette, ama artık kendimi bir şey sanacak halim yok. Beş kız büyütmüş bir kadın kendi güzelliğini düşünmekten vazgeçmelidir."

"O durumda düşünecek bir güzelliği olmaz zaten."

"Şekerim, taşındığı zaman gerçekten gidip Mr. Bingley'yi görmelisin."

"O kadarına söz veremem, emin ol."

"Ama kızlarını düşün. Bak, kızlar için ne büyük bir kısmet. Sir William'la Lady Lucas gitmeye kararlılar, hem de sadece bu yüzden, çünkü bilirsin onlar genelde yeni gelenleri ziyaret etmezler.