Varlıklarla yapılan tığ işi... Aralıklar... Hiçbir şey...

Zaten, kendimde ne bulabilirim? Ne anlatabilirim? Duygularımın korkunç derecede yoğun olduğunu, duygularımın sapına kadar bilincinde olduğumu... Kendimi mahvetmek için kullandığım keskin zekâmı ve beni oyalamaya doymayan düş gücümü... Ölü irademi ve onu capcanlı yavrusu gibi kollarında sallayan düşünce gücümü. Tığ işi, evet...

13

Kaderden ve düşüncelerden örülü kitabımı yavaş yavaş bir şekle sokmak için art arda dizdiğim bu kelimeler, içler acısı halime hiç kâr etmiyor. Kurduğum bütün cümlelerin derinliklerinde, suyu içilmiş bardağın dibinde erimeden kalan bir toz gibi, bir hiç olarak varlığımı sürdürüyorum. Muhasebe hesaplarımı nasıl kaydediyorsam, edebiyatımı da öyle, titizlik ve kayıtsızlıkla yazıya geçiriyorum. Yıldızlı, engin gökyüzünün ve sayısız ruhun gizemi karşısında, bilinmez bir uçurumdan dokunmuş gecenin karşısında, hiçbir şeyi anlayamayan ruhumdaki kaosun karşısında – bütün bunların karşısında yardımcı muhasebeci olarak yazdıklarım da, ruhumun kâğıdına döktüklerim de şu sefil Rua dos Douradores’in içinde dönüp duruyor, evrenin zengin uzamlarıyla ilişkileri pek zayıf.

Gördüklerimin hepsi düşten ve göz aldanmasından ibaret; düşün içinde muhasebe kayıtlarının ya da doğru dürüst metinlerin olmasının pek bir önemi yok. Çalıştığım büronun giriş kapısı yerine, prensesler hayal etmenin nesi daha anlamlı? Bildiğimiz her şeyin ucu sahip olduğumuz duygulardan birine, bizi biz yapan şeyler ise kendi varlığımıza yabancı bir duyuma çıkar – buysa, bizim hem oyuncusu, hem etkin izleyicisi, hatta belediye meclisinin özel izniyle tanrıları olduğumuz bir melodramdır.

14

Asla gerçekleştirmeyeceğimiz eserin kötü olacağını biliriz. Gerçekleştirmeyi hiçbir zaman istemeyeceğimiz eser ondan da kötü olurdu. Gerçekleştirdiğimiz eser ise, en azından var olmakla ödüllendirilmiştir. Pek bir değeri yoktur, ama varlığını sürdürür, tıpkı sakat komşumun biricik saksısında büyüyen cılız bitki gibi. Bu bitki onun neşe kaynağı, bazen benim bile içimi açıyor. Kötü olduğunu bile bile yazdıklarım da üzgünleri ya da talihsizleri karınca kararınca, biraz olsun oyalayabilir, daha kötü şeyler yapmalarına engel olabilir. Beni tatmin etse de etmese de bu hep yararlı bir şeydir, bütün bir hayat için de aynı şey söylenebilir.

Daha fazla sıkıntı doğurmaktan başka derdi olmayan bir sıkıntı; bugün çektiğiniz acının acısını yarın çekeceğinizi şimdiden size muştulayan acı – ne büyük bir açmaz bu, hem yararsız, hem bir o kadar sahte, ne büyük bir açmaz...

... perişanlığımdan yapılma uzun kaputuna sıkıca sarınmış, garda bir bankta kıvrılmış uyuyor kendimi beğenmişliğim...

... düşlenmiş imgeler dünyasından, eşit paylar alarak doğmuş bilgeliğim ve hayatım...

İçinde yaşadığım anın kaygısı vız geliyor, uzun da sürmüyor. Zamanın enginliğine açım ben; ve koşulsuz olarak ben olmak istiyorum.

15

Doğuştan bana ait olan içimdeki toprağı, adım adım fethettim. İçinde bir hiç olarak kaldığım bataklığı, azar azar ele geçirdim. Sonsuz varlığımı doğurdum, ama kendimi kendimden forsepsle koparmak zorunda kaldım.

3. Fernando Pessoa’nın Bernardo Soares’i takdimidir.

4. Pessoa’nın 1915’te kurduğu, yalnızca iki sayı çıkan, kısa ömrüne rağmen büyük önem taşıyan dergi.

5. Bu bilgi Pessoa açısından doğru değil: Pessoa on altı yaşında Durban’da bir İngiliz okuluna gidiyordu ve hatta okul birincisiydi. Daha sonra, Durban Üniversitesi’ne, ardından Lizbon Üniversitesi’ne devam etti.

6. On dokuzuncu yüzyıl sonunda yaşamış, Lizbon’un sözcüsü olmuş gerçekçi ve Parnasçı şair.

7. Bu metnin ilk iki paragrafı, 1929 Şubatı’nda, Solução Editora dergisinin 2. sayısında yayımlandı.

8. Varakçılar Sokağı; Lizbon’da, Aşağı Şehir’de, Tejo Nehri kıyısında uzanan dar tüccarlar sokağı. Bernardo Soares orada çalışıyor ve yaşıyor.

16 H.K.

Cascais9 ile Lizbon arasında hayaller.