Sımsıkı, dostça kavrardı onu. Güven veren bir davranıştı bu, hayvanlar için. Hele köpekler buna hiç dayanamazdı. Hiç acıtmazdı; yalnızca kendini kabul ettirirdi, açıkça, iki yüzlülükten hayli uzak. Mişel de bir yabancının kendisini böyle içtenlikle sevmesini son derece doğal karşılamıştı. Adam hem onu sarsarak okşuyor, hem de kendisiyle tatlı tatlı konuşuyordu:

“İyisin değil mi güzel, şirin köpek. Sen ne kadar sevimlisin böyle? Hoşuna gidiyor değil mi yaptıklarım? Eğer benim yanımdan ayrılmayacak olursan, seni çok ama çok mutlu ederim. Günün birinde şık bir manton, hatta elmas düğmelerin bile olabilir.”

Hayır! O güne kadar Mişel, gerçekten de kanının, böyle çok kısa zamanda sıcacık aktığını görmemişti. Hiç böyle biriyle karşılaşmamıştı. Kamarot Dagharti, bir köpeğe nasıl hitap edileceğini, onu gönlünün nasıl kazanılacağını herkesten çok daha iyi biliyordu; hiç kuşkusuz bu bir Tanrı vergisiydi. Köpeğin dostluğunu nasıl kazanacağını gerçekten çok iyi biliyordu. Bu sözlerden sonra Mişel’i salıverdi, artık kendisiyle ilgilenmiyormuş gibi davranmaya başladı. Böyle davranması işe yaramıştı. Köpek ona daha çok sokulmaya başladı.

Adam, çubuğunu yakmaya çalıştı; peş peşe birkaç kibrit çaktı. Ama bir yandan da kibritlerin alevinde hafifçe, göz ucuyla köpeği dikizlemekten geri durmadı. Kamarotun Mişel’i süzmesi köpeğin de çok hoşuna gitti. Dimdik, kır düşmüş kaşlarının alt kısmında gözleri pırıl pırıldı. Bu arada Mişel de kulaklarını dikmiş, bakışlarını bu yabancıdan bir türlü ayıramaz olmuştu gerçekten. Sanki karşısındaki adamı doğduğu günden bu yana tanıyordu. Şimdi ise bu iki ayaklı, sevimli Tanrı’nın onunla ilgilenmemiş olması, zavallı hayvancıkta büyük bir düş kırıklığı yaratmıştı.

Bu kez dostluk elini uzatma sırasının kendisine geldiğini aklına getirmiş olmalıydı ki bu iki ayaklı Tanrı’nın önünde biraz oynamak istedi. Arka ayaklarının üstüne kalktı. Sonra ansızın ön ayaklarını öne doğru iyice uzattı. Kendini birden karın üstü yere bırakıverdi. Göğsü neredeyse serilip toprağa değiyordu. Ama gerisi yüksekteydi. Bu hareketlerinin sonunda, bir taraftan kuyruğunu sevinçle içerisinde sallarken, havlamaya başladı. Ama havlaması kesik kesikti. O da ilgi duyduğu insana böyle mesaj veriyordu.

Ancak adam, salt bu oyunla ilgilenmez görünüyor, üçüncü kibritin sönmesinden sonra oluşan karanlık ortamda çubuğunu ağır ağır içmeyi sürdürüyordu.

Adamın bu ısrarlı ve inatçı kayıtsızlığını görünce, Mişel dayanamadı. Önce çekip gidiyormuş gibi yaptı. Ancak Kamarot Dagharti, arkasından yüksek sesle seslendi.

“Buraya gel köpek! Buraya gel ve hemen şuracığa yat!”

Sonra Mişel’in hemen dönüp yanına gelerek, pantolonunun paçalarını ağır ağır koklamaya başladığını görünce; gülmemek için kendini zor tuttu.

Köpeğin yakınına gelmesinden yararlanarak, hayvanı dikkatle incelemeye başladı.