Korktuk, şaşırdık. Olduğumuz yerde kalakaldık. Ben biraz kendimi toplayarak, “Aman kaçalım…” dedim. Ama gözleri ateş gibi parlayan köpek bize yetişmişti. O zaman Mıstık, “Sen arkama saklan!” diye bağırdı. Önüme geçti. Köpek onun üstüne atladı. Önce hızlı bir şekilde birbirlerine çarptılar. Sonra sanki güreşir gibi boğaz boğaza geldiler. Köpek de ayağa kalkmıştı.
Bir süre böyle boğuştuktan sonra ikisi de yere yuvarlandı. Mıstık’ın küçük fesi, mavi yemenisi düştü. Bu savaş bana çok uzun geldi. Titriyordum. Sopalı adamlar yetiştiler. Köpeğe olanca güçleriyle vurdular. Mıstık kurtuldu. Zavallının kollarından, burnundan kan akıyordu. Köpek kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış, ağzı yerde kaçıp gitti. Mıstık “Bir şeyim yok. Biraz çizildi. Acımıyor” diyordu. Evine götürdüler. Ben de hemen evimize koştum. Anneme başımıza geleni anlattım. Abil Ana beni yere yatırdı. Uzun uzadıya kasıklarıma, korku damarlarıma bastı. Bir dua okuyarak yüzüme üfledi, sarmısak kokusundan hapşırdım.
Ertesi gün Mıstık okula gelmemişti. Ondan sonra da gelmedi. Anneme Hacı Budaklar’a gidip Mıstık’ı görmemizi söyledim. “Hastaymış yavrum, dedi, inşallah iyi olunca yine oynarsınız, şimdi rahatsız etmeyelim, ayıp olur.” Ondan sonra ben her sabah Mıstık’ı iyileşmiş umuduyla bulurum diye okula gittim.
1 comment