Korku

Yordam Kitap: 182

 

Korku

Stefan Zweig

 

ISBN 978-605-5541-85-9

 

Türkçesi: Behçet Necatigil

 

Kapak ve İç Tasarım: Savaş Çekiç

Sayfa Düzeni: Gönül Göner

 

Birinci Basım: Şubat 2013

İkinci Basım: Eylül 2013

 

© Selma Necatigil, 2011;

© Yordam Kitap, 2011

 

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Şti.

(Sertifika No: 10829)

Çatalçeşme Sokağı No: 19 Kat: 3

Cağaloğlu 34110 İstanbul

Tel: 0212 528 19 10 Fax: 0212 528 19 09

W: www.yordamkitap.com

E: [email protected]

www.facebook.com/YordamKitap

www.twitter.com/YordamKitap

Yordam Kitap’ta

Stefan Zweig Eserleri

 

Korku

Türkçesi: Behçet Necatigil

 

Amok / Usta İşi

Türkçesi: Tahsin Yücel

 

Satranç Ustası / Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Türkçesi: Tahsin Yücel

 

Bir Kalbin Ölümü / Mürebbiye

Türkçesi: Salâh Birsel

 

Merhamet

Türkçesi: Deniz Banoğlu

 

Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar

Türkçesi: Deniz Banoğlu

 

Karışık Duygular

Türkçesi: Ali Avni Öneş

 

Yakan Sır

Türkçesi: Ali Avni Öneş

 

Sahaf Mendel

Türkçesi: Hamdi Varoğlu

(Yakında Çıkacak)

 

Üç Büyük Usta

Türkçesi: Deniz Banoğlu

r5.webp

yordam.webp

Bayan Irene, âşığının dairesinden çıkmış, apartmanın merdivenlerini iniyordu ki, birden yine o anlamsız korkuya kapıldı. Gözlerinin önünde kara bir topaç vınlayarak dönmeye başlamış, dizleri donup kaskatı kesilmişti. Ansızın yere kapaklanmamak için hemen parmaklığa tutunmak zorunda kaldı. Bu tehlikeli ziyareti ilk defa yapmıyor; bu ani ürpertiye alışmış bulunuyor, ama içindeki olanca karşı koymaya rağmen evine dönerken her seferinde o saçma ve gülünç korkunun beyhude bunalımlarından kendini koruyamıyordu. Randevuya gelişi daha kolaydı şüphesiz. Arabayı sokağın köşesinde durduruyor, sağa sola bakmadan, hızlı hızlı birkaç adımda apartman kapısına geliyor, sonra bir koşu basamakları çıkıyor, içinde sabırsızlığın da tutuştuğu o ilk korku, hoş geldin diyen bir kucaklayışta sıcak sıcak eriyip gidiyordu. Ama sonra, evine döneceği zaman korku, bir üşümeyle geliyor, Irene o esrarengiz dehşeti duyuyor, bu dehşete bir suç ürpertisiyle, sokakta yabancı bakışların nereden gelmekte olduğunu yüzünden okuyabilecekleri, şaşkınlığını kaba bir gülümseyişle karşılayacakları şüphesi, o saçma delilik de karışıyordu. Âşığının yanında geçen son dakikalar, bu önsezinin gittikçe artan sıkıntısıyla zehirleniyordu: Gideceğine yakın elleri sinirli bir telaşla titriyor, âşığının sözlerini dalgın dinliyor, onun tutkunluklarının son serpintilerini acele geri çeviriyor, bütün benliğiyle gitmek, uzaklaşmak için çırpınıyor, âşığının dairesinden, bu apartmandan, bu maceradan kaçıp kendi sakin burjuva âlemine dönmek istiyordu. Derken şimdi de sıra, kendisini boş yere yatıştırmaya çalışan o sözlere geliyordu; heyecandan bunları ancak işitiyor, sonra gizleyen kapının berisinde, dışarısını dinleyiş saniyeleri başlıyor, merdivenlerden inip çıkan biri var mı diye dışarıya kulak veriyordu. Fakat kapının hemen dışında sabırsız bastırmak için, korku, onu bekliyor; bu korku kalbinin atışlarına öylesine hükmediyordu ki Irene, birkaç basamak merdiveni âdeta soluk soluğa iniyordu.

Bir dakika, gözleri kapalı, öylece durdu; sahanlığın loş serinliğini hırsla içine çekti. Birden yukarı katlardan birinde bir kapı hızla kapandı, Irene ürküp kendini toparladı. Elleri kendiliğinden, yüzündeki kalın tülü daha sıkı kapamaya doğru giderken, çabucak merdivenlerden indi. Şimdi sonuncu ve en korkunç dakikanın tehdidini yaşıyor, yabancı apartmanın kapısından sokağa çıkmak dehşetine hazırlanıyordu: Atlamak üzere bir atlet gibi başını eğdi, ani bir kararla aralık kapıya doğru yürüdü.

Birden, anlaşılan içeri girmekte olan bir kadına sert bir şekilde çarptı. Şaşırarak, “Pardon!” dedi ve kadının yanından hemen geçip gitmeye davrandı. Ama kadın kapıyı tıkamış, öfkeli, aynı zamanda ulu orta bir alayla, gözlerini Irene’ye dikmişti. Cırlak bir sesle ve yüzsüz, “Eh, işte nihayet yakaladım!” diye bağırdı. “Tabii, namuslu bir kadınsınız, sözüm ona! Kocanız var, bunca paranız var, her şeyiniz tamam; bir de tutmuş zavallı bir kızın âşığını ayartıyorsunuz…”

“Allah aşkına… Durun… Yanılıyorsunuz…” diye kekeledi Bayan Irene ve sıvışmak için beceriksiz bir harekette bulundu, fakat kadın cüsseli vücuduyla kapıyı doldurmuş, şirretliği ele almıştı: “Hayır, yanılmıyorum… Sizi tanıyorum… Siz Eduard’ın yanından, dostumdan geliyorsunuz… Şimdi sizi nihayet ele geçirdim, onun şu son günlerde bana ayıracak zaman bulamayışının sebebini şimdi anladım… Demek sizin yüzünüzden… Sizi şıllık sizi!”

Bayan Irene ölü bir sesle, “Allah aşkına bağırmayın, n’olursunuz!” diyerek kadının sözünü kesti ve bir otomat gibi, avludan yana geri çekildi. Kadın ona alaylı alaylı bakıyordu: Bu titreyen korkudan, bu apaçık perişanlıktan hoşlanmıştı sanki. Çünkü şimdi kendinden emin, alaycı ve memnun bir gülümseyişle kurbanını süzüyordu. Sesi, duyduğu kaba hazdan yayvanlaşmış, âdeta keyfe gelmişti.

“Demek siz evli hanımefendiler, soylu kibar hanımlar, başkalarının erkeklerini ayartmaya giderken böyle giyinirsiniz. Yüzünüze tül korsunuz, öyle ya, sonradan yine kibar kadın pozunda olmak için tül kullanırsınız…”

“Siz benden... Benden ne istiyorsunuz? Ben sizi tanımıyorum ki... Gitmeliyim...”

“Gitmelisiniz... Tabii... Sayın eşinizin yanına gitmelisiniz... Sıcacık odanıza gitmelisiniz. Tekrar hanımefendiliğinizi takınmalı, hizmetçilerinizi çağırıp üstünüzü başınızı çıkarmalarını söylemelisiniz... Ama bizim gibiler ne haldedir, açlıktan geberip gidiyorlar mı, kibar hanımefendiler bunu düşünmezler bile...