Benden bazı şeyleri saklamak istiyorsan bunda tamamıyla serbestsin!”
Irene sesini çıkarmıyor, kocasına bakmaya cesaret edemiyordu. Kocası bir an bekledi. Sonra sigarasının dumanını, göğsünün derinlerinden çekercesine, kuvvetli bir solukla dışarı salıverdi; ağır ağır odadan çıkıp gitti.
• • •
Irene artık hiçbir şey düşünmemek, sadece yaşamak, kendini uyuşturmak, kalbini boş ve saçma uğraşlarla doldurmak istiyordu. Artık eve tahammül edemiyor, kapıldığı dehşetten çıldırmamak için sokağa, insanların arasına karışmak zorunda olduğunu hissediyordu. Bu 100 kuronla kadından hiç değilse bir iki günlük bir hürriyet satın aldığını umuyordu. Bir cesaret, tekrar bir gezintiye çıkmak kararını verdi; hem görülecek işleri vardı, hem de en başta, kendisindeki değişikliği evdekilerin gözünden gizlemesi gerekiyordu. Artık kaçmak için belli bir şekil bulmuştu. Evin kapısından, bir atlama tahtasından atlar gibi, gözleri kapalı, kendini sokağın dalgalarına bıraktı. Ayakları altında sert kaldırım, çevresinde sıcak dalgası, sinirli bir aceleyle, bir kadının göze batmadan gidebileceği kadar hızlı, o tehlikeli bakışlarla tekrar karşılaşmak korkusu yüzünden gözleri yere dikili, körü körü körüne ilerliyordu. Kadın yine peşindeyse bile, kendisi hiç değilse bilmesin daha iyi! Fakat yine de sırf bunu düşündüğünü hissediyor, tesadüf birisi ona sürünecek olsa irkiliyordu. Her ses, peşindeki her adım, geçip giden her gölge, sinirlerine sonsuz ıstıraplar veriyor, yalnız bir otomobilde veya başka bir evde rahat nefes alabileceğini düşünüyordu.
Bir bey ona selam verdi, Irene başını kaldırınca tanıdı: Eski bir aile dostu; sevimli, geveze, kır sakallı bir adam, Irene, ufak tefek, belki de sırf kuruntudan ibaret hastalıklarını sayıp dökerek, insanı saatlerce taciz âdetinde olduğu için, bu adamdan hep kaçardı. Ama bugün merhabasını kuru bir teşekkürle karşılayıp yol arkadaşlığını istememiş olmasına üzüldü; çünkü yanında bir ahbabı olması, şantajcı kadının ani bir isteğine karşı şüphesiz bir savunma imkânı yaratırdı. Irene bir an durakladı, dönüp aile dostuna yetişmek istiyordu ki, peşinde birisinin kendisine doğru gelmekte olduğunu hissetti; düşünmeden, bir içgüdüye uyarak, adımlarını çabuklaştırdı. Ama korkunun keskinleştirdiği bir sezişle, arkasındaki sanki hızlanmış yaklaşmayı duyuyor, sonunda takipten kaçamaz olacağını bildiği halde, gittikçe daha çabuk yürüyordu. Bir elin neredeyse değeceği hissiyle —adımların gittikçe daha yaklaştığını anlıyordu— omuzları ürpermeye başlamıştı; yürüyüşünü hızlandırmak istediği oranda dizleri ağırlaşıyordu. Peşindeki, şimdi ta yanına sokulmuştu. Sırnaşık, fakat hafif bir sesin arkasından doğru, “Irene!” dediğini duydu; kimin sesi olduğunu anlamak için düşündü, korktuğu o dehşet saçan felaket elçisinin sesi değildi bu. Rahatlamış, birden geri döndü. Âşığıydı. Irene’nin ani dönüşü yüzünden az kaldı Irene’ye çarpıyordu. Heyecan belirtileriyle solgun ve kırışıktı yüzü. Bu yüz, Irene’nin şaşkın bakışları karşısında şimdi utancın da izlerini taşıyordu. Tokalaşmak için tereddütle kaldırdığı elini, Irene’nin el uzatmayışı karşısında tekrar yanına sarkıttı, Irene, sabit bakışlarla bir iki saniye ona baktı: Âşığıyla karşılaşacağını hiç aklından geçirmemiş, bütün o korku günlerinde unuttuğu tek insan âşığı olmuştu. Ama şimdi, belli belirsiz her duyguyu gözlere yansıtan o çaresiz boşluk ifadesiyle yüklü solgun ve merak içinde yüzünü yakından gördüğü şu anda, ruhunda ansızın sıcak dalgalarıyla öfke, köpürdü. Irene dudaklarını kıpırdatıyor, fakat bir söz söyleyemiyordu. Yüzündeki heyecan o kadar belli bir hale gelmişti ki âşığı, ürkmüş, boyuna onun ismini kekeliyordu: “Irene, neyin var?” Irene’nin sinirli bir jestini görünce sinmiş, ekledi: “Ben sana ne yaptım?”
Irene yarım yamalak gemlediği bir hınçla, gözlerini âşığının yüzüne dikti: “Bana ne mi yaptınız?” Alaylı alaylı güldü. “Hiç! Hiçbir şey! Yalnız iyilik, yalnız güzellik!”
Adamın bakışlarında şaşkınlık okunuyor; hayretten yarı açık ağzı, halindeki bönlüğü, gülünçlüğü daha da artıyordu. “Fakat Irene… Irene!”
Irene ters bir sesle ona çıkıştı: “Rezalet çıkarmayın!” dedi. “Bana da komedi oynamaya kalkışmayın. O sizin melek sevgiliniz mutlaka yakında bir yerde pusuya yatmıştır…”
“Kim… Kimmiş bu?”
Ah, Irene bu budala, bu kısılmış surata bir yumruk indirmeyi ne kadar isterdi.
1 comment