Titreye titreye banknotları kıvırıp bir zarfa soktu, zarfı kapıda durup bekleyen adama götürüp kendi verdi. Bütün bunları, düşünmeden, bir tereddüt imkânını bile akletmeden, hipnotize edilmiş gibi yapmıştı. Sonra –ancak iki dakika kadar odadan ayrılmıştı– yine yemek odasına döndü.

Herkes susuyordu. Çekingen bir sıkıntıyla yerine oturdu. Tam kaçamak bir mazeret arıyordu ki, kendini müthiş bir korkuya kaptırarak –elinin şiddetle titremesinden, kaldırdığı bardağı hemen masaya bırakmak zorunda kaldı– heyecan şimşeğinden gözleri köreldiği için, mektubu tabağının yanında açık bırakmış olduğunu gördü. Hırsızlama uzanarak, pusulayı buruşturdu, ama şimdi de tam cebine sokuyordu ki, başını kaldırıverince kocasının zorlu bakışlarıyla karşılaştı: Keskin, sert, acıtıcı bu bakışı kocasında yeni yeni görüyordu. Kocası, ancak şu birkaç gündür bakışlarıyla, ona güvensizliğin ani darbelerini indirmeye başlamıştı. Irene bu darbeleri yedikçe can evinden sarsıldığını duyuyor, onlardan kendini koruyamıyordu. Kocası davette dans ettiği gün kollarına, bacaklarına yine böyle bir bakışla bakmış; dün gece uykusunun üzerinde bıçak gibi parıldayan bakış yine o bakış olmuştu. Bir söz bulup söylemek için çırpınırken zihninde hanidir unuttuğu bir hatıra canlandı. Vaktiyle kocası, avukatlığı dolayısıyla tanıdığı bir sorgu hâkiminden bahsetmiş; bu adamın bütün ustalığının sorgu boyunca kâğıtları güya miyop gözleriyle incelemek, ama asıl can alacak soruda bakışlarını şimşek hızıyla kaldırıp sanığın ani irkilişine bir hançer gibi saplamak olduğunu söylemişti. Sanık, bu keskin şimşek parıltısını yoğunlaştıran dikkat karşısında soğukkanlılığını kaybediyor, dikkatle kolladığı yalanı artık kıvıramaz oluyormuş. Acaba şimdi de kocası bu tehlikeli oyuna mı başvuruyordu, kendisi mi olacaktı kurban? Onun hukuktaki iddiaları ölçüsünden de mesleğine ne büyük bir psikoloji ihtirasıyla bağlı olduğunu bildiği için, Irene büsbütün ürküyordu. Bazı kimseler kumar ve şehvete nasıl düşkünseler, bir suçu araştırıp meydana çıkarmak, suçun safhalarını inceleyip aslını anlamak da kocasını öylesine meşgul eder, bu psikolojik izleme günlerinde benliği âdeta için için ışıldardı. Kendisini gece vakti, çok kere, unutulmuş kararları karıştırmaya sevk eden aşırı bir sinirlilik, onda dışarıya karşı çelik gibi sert bir mukavemet yaratır, az yer, az içer, yalnız cigaranın birini yakıp birini söndürür, sözünü sanki mahkeme saatine saklıyormuş gibi hiç konuşmaz olurdu. Irene bir seferinde onun bir savunmasında bulunmuş, bu işi tekrar denemeye tövbe etmişti: O karanlık ihtirası, sözlerindeki o neredeyse hain ateşi, yüzündeki o bunaltıcı ve sert hatları görünce âdeta ödü kopmuştu. Tehditle çatılmış kaşlar altındaki bu sabit bakışlarda aynı hali şimdi birdenbire yine görür gibi oldu.

Bütün bu kayıp anılar bu bir tek saniyede bir araya gelmiş, Irene’nin dudaklarında şekillenmek isteyen kelimelere karşı koymuşlardı. Irene susuyor, bu susuşun ne kadar tehlikeli olduğunu hissettikçe şaşkınlığı artıyordu. İsabet, yemek çabuk bitti; çocuklar yerlerinden fırladılar, bitişik odaya koştular; mürebbiyeleri gülüşüp bağrışan çocukların taşkınlığını boşuna gemlemeye uğraşıyordu. Kocası da kalktı; ağır adımlarla, dönüp arkasına bakmadan, bitişik odaya geçti.

Yalnız kalır kalmaz Irene, uğursuz mektubu tekrar çıkardı. Satırlara acele bir daha göz gezdirdi: “Size bu mektubu getirene lütfen ve derhal 100 kuron veriniz!” Sonra mektubu öfkeyle parça parça etti, kâğıt sepetine atmak için parçaları top yapıyordu ki düşündü, bir an durdu, şömineye eğilerek kâğıt parçalarını çıtırdayan ateşin içine attı. Sıçrayıp yükselen bir hırsla, tehdidi yiyip yutan beyaz alevleri görünce yatıştı.

O anda kocasının geri dönen adımlarını kapıda duydu. Hemen yerinden fırladı. Yüzü ateşten ve suçüstü yakalanmaktan kızarmıştı. Şöminenin açık kapısı onu ele veriyordu. Beceriksizce vücudunu siper edip şömineyi gizlemeye çalıştı. Kocası masanın yanına geldi, sigarası için bir kibrit yaktı. Kocası, alevi yüzüne yaklaştırırken Irene, onun burun kanatlarında bir titreyiş görür gibi oldu. Bu onun öfkeli olduğunu gösterirdi. Şimdi sakin, başka tarafa bakıyordu: “Sadece, bana mektuplarını göstermek zorunda olmadığını hatırlatmak istedim.