Açlık ve soğuktan ölmek üzere olduklarını söyledi. Kızlar, Noel hediyesi olarak kahvaltınızı onlara verir misiniz?"
Kızlar çok acıkmışlardı ve kahvaltıya oturmak için bir saattir annelerini bekliyorlardı. Bir dakika kadar kimse bir şey söylemedi. Sonra hep bir ağızdan, "Tabii anneciğim!" diye bağırdılar.
Biraz sonra her şeyi hazırlamışlardı. Neyse ki daha erkendi ve arka sokaklarda yürüdükleri için yolda onları pek kimse görmemişti.
Girdikleri oda boş ve sefil bir yerdi. Pencereleri kırıktı ve ocakta da ateş yanmıyordu. Yırtık pırtık çarşafların üzerinde hasta bir anneyle ağlayan bir bebek yatıyordu. Solgun yüzlü aç çocuklar ısınmaya çalışarak eski püskü yorganın altında büzülmüşlerdi.
Kızlar içeri girince, kocaman gözleriyle onlara bakmış ve morarmış dudaklarıyla gülümsemişlerdi.
Zavallı kadın, "Ey ulu Tanrım, bize iyilik meleklerini mi gönderdin!" diye bağırdı.
"Şapkaları ve paltoları olan komik melekleriz biz!" diye güldürdü Jo onları.
Birkaç dakika içinde odadaki her şey değişmişti sanki. Hannah, getirdiği odunlarla ateş yaktı ve kırık pencereleri eski bez parçaları ve kendi atkısını kullanarak kapattı. Bayan March kadıncağıza çay içirip bir şeyler yedirdi, sonra küçük bebeğini sanki kendi kızlarından biriymiş gibi şefkatle giydirdi. Bu sırada kızları da sofrayı kurup çocukları ateşin başına oturtmuşlardı. Hep birlikte gülüyor, bir ağızdan konuşuyor ve aç kuş yavrularını besler gibi besledikleri bu çocukların bozuk aksanlarını anlamaya çalışıyorlardı.
"Çok iyi!" "Melek bunlar," diye bağırıyordu minikler yemeklerini yerlerken. Bir yandan da ateşte minik pembe ellerini ısıtmaya çalışıyorlardı.
Daha önce hiç kimse kızlara melek gibi olduklarını söylememişti. Bu söz özellikle Jo'nun çok hoşuna gitmişti. Kendileri henüz ağızlarına bir lokma ekmek koymadıkları halde çok mutluydular. Sonunda arkalarında sıcak ve rahat bir ev bırakarak oradan ayrıldıklarında, bütün şehirde onlardan daha mutlu kimse yoktu.
"Komşularını kendinden daha çok önemsemek buna derler işte!" dedi Meg. Anneleri o yoksul Hummel'ler için birkaç parça öteberi aramak üzere yukarı kata çıktığında kızlar da annelerinin yokluğunu fırsat bilerek hediyeleri hazırlamaya koyuldular.
Pek değerli ve gösterişli olmayan ama kızların sevgisini gerçekten ifade eden paketleri masanın üzerine dizdiler. İçine kırmızı güller, kasımpatılar ve asma dalları yerleştirdikleri uzun vazo da masaya çok şık bir görüntü veriyordu.
Jo birden yerinden zıplayarak "Geliyor, geliyor!" diye bağırmaya başladı. Sonra "Hadi Beth," dedi, "sen piyanonun başına geç. Amy sen de kapıyı aç!" Bu sırada Meg de annelerini karşılamak için dışarı koşmuştu.
Beth piyanoda neşeli bir marş çalmaya başladı. Amy yerinden fırlayıp kapıyı ardına kadar açtı. Meg ise büyük bir zarafetle, sandalyesine oturması için annesine yol gösteriyordu.
Bayan March, bütün bu olanlar karşısında hem duygulanmış hem de şaşırmıştı. Hediye paketlerini alıp üzerlerine iliştirilmiş küçük notları okurken gözleri doldu. Önce terlikleri ayağına geçirdi. Sonra yeni mendillerinden birini Amy'nin aldığı kolonya ile ıslatıp cebine yerleştirdi. Gülü göğsüne takarken eldivenlerinin tam eline göre olduğunu söyledi.
Kızlar gülerek birbirlerini ve annelerini öptüler. Sonra o gece yapacakları gösteriye hazırlanmak için işe koyuldular.
Dört kız kardeşin en büyük merakları tiyatroydu. Henüz yaşları şehirdeki tiyatroya gidemeyecek kadar küçük olduğundan oyunlarını kendileri yazıp oynarlardı. Yazarlık işini Jo üzerine almıştı. Jo aynı zamanda oyunlardaki erkek rollerini de oynuyordu.
1 comment