Hemen içeri koştu ve kapıyı arkasından kapadı.
Bu çocuk, Tjele Yurtluğu'nun sahibi Bay Erik Grubbe'nin on dört yaşındaki kızı Marie Grubbe'ydi.
Akşamın alacakaranlığı mavi bir ışıltı halinde Tjele'nin üstüne çökmüştü. Karlar erimeye yüz tutmuş, ot taşıma işi durmuştu. Çiftlikteki hizmetçi kızlar ahırdaki inekleri sağıyordu. Uşaklar, arabalıkta ve koşum takımlarının durduğu odada gürültüyle dolaşıyor, angaryacı köylüler de büyük kapının önünde sıra olmuş, akşam yemeği çanının çalmasını bekliyorlardı.
Erik Grubbe açık pencerenin önünde ayakta, avluya bakıyordu. Atlar ahırın kapısından yularsız ve koşumsuz birbiri ardı sıra yavaşça çıkıyor, su yalaklarına gidiyorlardı. Kırmızı kasketli bir delikanlı avluda, işaret taşının yanında duruyor, yabasına yeni dişler takıyordu. Yukarda bir köşede iki genç tazı, tahta atla bileği taşı arasında birbirlerini kovalıyorlardı. Vakit ilerledikçe uşaklar ahır kapıları önünde daha sık görünmeye başladılar. Çevrelerine bakınıyor, sonra da ıslık çalarak, şarkı mırıldanarak içeriye dönüyorlardı. Elinde dolu süt kovasıyla bir hizmetçi kız, tabanlarını yere vurarak ivedi, kısa adımlarla avludan geçiyor ve angaryacı köylüler akşam yemeği çanının çabuk çalınmasını anımsatmak istercesine, büyük kapının içine yığılmaya başlıyorlardı. Aşağıda, mutfaktan gelen kova, kapkacak ve tahta tabakların gürültüsü şimdi daha da artmıştı.
Sonra iki güçlü, boğuk çan sesi duyuldu ve bu ses tahta ayakkabılarla kapı gıcırtılarının çıkardığı sesler arasında söndü. Artık avluda kimse kalmamıştı. Yalnızca iki köpek büyük kapıdan dışarıya doğru birbirleriyle yarışırcasına havlıyordu.
Erik Grubbe pencereyi kapadı ve düşüncelere dalmış bir durumda oturdu. Kışlık odadaydı. Bu odayı kışın olduğu gibi yazın da hem oturma hem de yemek odası olarak kullanırlar, başka odalarda hemen hemen hiç oturmazlardı. Burası iki pencereli ve döşemesi koyu renk meşeden yapılmış geniş bir odaydı. Duvarların yukarı bölümleri ve cilalanmış beyaz döşeme iri, mavi güllerle süslü, Hollanda çinileriyle kaplıydı. Şömine tuğladan yapılmıştı, önünde de küçük bir konsol vardı. Konsol olmasa ocak, kapılar açıldıkça çekerdi. Odadaki bütün eşya, cilalı meşeden yapılmış, açılıp kapanır iki büyük, yarı yuvarlak, devrik kanadı hemen hemen yere değen bir masa, yüksek bacaklı oturma yerleri, sert ve aşınmaktan parlamış deriyle kaplı birkaç sandalye ve yukarıya, duvara asılmış yeşile boyalı, küçük bir dolaptan ibaretti. Odada başka hiçbir şey yoktu.
Erik Grubbe burada, karanlıkta otururken alışveriş görevlisi kadın Ane Jenstochter bir elinde ışık, öbür elinde henüz sağılmış süt dolu bir bardakla içeri girdi. Sütü Erik Grubbe'nin, ışığı da kendi önüne koydu. Ama bırakmıyor, birçok yüzük ve büyük taşla parlayan kızarmış elleriyle şamdanı çevirip duruyordu.
Otururken "Ah, öyle! Öyle!" diye söylendi. Erik Grubbe "Ne var, ne yok?" diye sorarak kadının yüzüne baktı.
Kadın "Tabii" diye yanıt verdi. "İnsan geberinceye, aklını yitirinceye kadar çalışırsa iç çekmeye hak kazanır."
"Şimdi işlerin yoğun olduğu zaman. Kışın sıcakta oturmak isteyenler, yazın terlemek zorundadır."
"Evet, doğru söylüyorsunuz. Ama her şeyin bir sınırı var. Sözgelimi, eğer arabanın tekerlekleri hendeğe batar da terbiyeler koparsa, kral da yoluna gidemez. Her iş benim üstüme yığıldı. Hizmetçiler hiçbir işe yaramıyor.
1 comment