“Lütfen at tüccarını bir korumanla evinden aldırıp atların bulundukları pazar yerine göndertmenizi rica ederim!” diyerek sözlerini bitirdi. Başkan gözlüğünü çıkarırken: “İki bakımdan yanılıyorsunuz” dedi. “Bir kez söz konusu olan kuşkunun ortadan kalkması için Kohlhaas’ın incelemesine gereksinim olduğunu sanmakla; sonra da benim başkan olarak, Kohlhaas’ı soylunun istediği yere göndermeye yetkili olduğumu sanmakla.” Bu arada arkasında bulunan at tüccarını ona tanıttı ve yeniden oturup gözlüğünü yerleştirirken, bu sorunda doğrudan doğruya ona başvurmasını rica etti. İçinden geçenleri hiç belli etmeyen Kohlhaas, yüzücünün kente getirdiği yağızları görmek için pazar yerine kadar onu izlemeye hazır olduğunu söyledi. Baron alınmış bir tavırla ona döndüğü sırada, o başkanın masasına yaklaştı ve cüzdanındaki kâğıtlardan, Lützen’de teslim ettiği eşyalar hakkında bilgi verdikten sonra gitmek için izin istedi; kıpkırmızı kesilip pencerenin önüne giden Baron da aynı biçimde esenleşti ve Meissen Prensi’nin bıraktığı üç koruman yanlarında olduğu halde, arkalarında bir sürü insan, saray alanına gittiler. Çevresine toplanmış olan arkadaşlarının uyarılarına karşın Döbbelnli yüzücüye karşı halk arasındaki konumunu düşürmemekte ayak direyen vekilharç Bay Kunz, Baronla at tüccarını görünce, at tüccarına yaklaştı ve kılıcını gurur ve büyüklenmeyle koltuğunun altına yerleştirerek arabanın arkasında duran atların kendininkiler olup olmadığını sordu. At tüccarı, bunu soran bu tanımadığı baya dönüp saygıyla şapkasını çıkardıktan sonra, ona yanıt vermeksizin oradaki şövalyelerle birlikte yüzücünün arabasına yaklaştı, önlerine koyulan otu yemeden başları yere eğik duran titrek bacaklı hayvanlara on iki adım geriden dikkatlice baktı ve yine vekilharca döndü: “Saygıdeğer efendim, yüzücünün hakkı var; arabasına bağlı bulunan atlar benimkilerdir!” dedi. Bu sözlerle çevresindeki baylara bakarak yeniden şapkasını çıkardı, korumanlar yanında olduğu halde alandan ayrıldı. Bu sırada vekilharç acele, miğferinin tüylerini oynatan bir adım atarak yüzücüye yaklaştı, ona para dolu bir kese fırlattı; yüzücü kese elinde olduğu halde kurşun bir tarakla saçlarını arkaya tarayıp paraya bakarken, o da hayvanları çözmesi ve eve götürmesi için bir uşağa buyruk verdi. Efendisinin buyruğu üzerine halk arasında bulunan birkaç akraba ve dostundan ayrılan uşak, yüzü hafifçe kızarmış olduğu halde ayakları önündeki gübreli bir su birikintisine basarak hayvanlara yanaştı; çözmek için henüz yularları tutmuştu ki, akrabası Himboldt Usta onu kolundan yakaladı ve: “Derisi yüzülecek duruma gelen bu beygirlere dokunma!” sözleriyle iki tekerlekli arabadan öte yana fırlattı. Duraksayan adımlarla gübreli su birikintisi üstünden geçerek bu olay üzerine dilini yutmuş gibi orada duran vekilharca döndü ve böyle bir hizmeti gördürmek için kendisine bir yüzücü çırağı bulması gerektiğini söyledi. Öfkeden köpürerek bir an ustaya bakan vekilharç döndü ve çevresini saran şövalyelerin başları üzerinden bir koruman çağırdı; Baron von Wenk’in buyruğu üzerine saraydan bir subayla birkaç saray korumanı gelince, kent halkının işlediği bu hayasızca kışkırtmayı kısaca anlattıktan sonra subaydan elebaşı Himboldt Usta’nın tutuklanmasını istedi. Göğsünden yakaladığı ustayı, buyruğu üzerine yağızları çözen uşağını arabadan ayırıp bir yana fırlatmak ve ona kötü davranmakla suçluyordu. Çevik bir davranışla kendini kurtarıp vekilharcı geriye iten usta: “İyiliksever efendim! Yirmi yaşındaki bir delikanlıya ne yapması gerektiğini söylemek onu boyun eğmemeye kışkırtmak değildir! Adet ve edebi hiçe sayarak, şu arabaya bağlı hayvanlarla uğraşmaya razı olur mu, kendisine sorun bakalım! Benim söylediklerimden sonra bu işi yapmak isterse, ne âlâ… İsterse onları boğazlasın ve yüzsün, bana ne!” dedi. Bu sözler üzerine vekilharç uşağa döndü buyruğunu, yerine getirip Kohlhaas’ın atlarını çözerek eve götürmek isteyip istemediğini sordu. Uşak halkın arasına karışırken, sıkılarak, bu işi yapabilmesi için öncelikle atların namuslarının geri verilmesi gerektiğini söyleyince, vekilharç arkasından ona yetişti, kendi soyunun armasını taşıyan şapkasını çekip aldı; şapkayı ayakları altında ezdikten sonra, kılıcını çekerek öfkeli vuruşlarla uşağı alandan ve hizmetinden hemen kovdu. Himboldt Usta: “Şu kudurmuş adamı serin yere!” diye bağırdı ve halk bu buyruk üzerine heyecana gelip birleşerek korumanların üstüne yürürken o, vekilharcı arkadan yere attı; mantosunu, yakasını, miğferini ve elinden kılıcını çekip aldı, öfkeyle alanın öte yanına fırlattı. Soylu Wenzel, kalabalığın arasından sıyrılarak şövalyelerin amcaoğluna yardım etmeleri için boşuna bağırdı. Yardım için henüz bir adım atmadan halkın saldırısı onları öyle bir dağıtmıştı ki, yere düştüğü sırada başından yaralanan vekilharç, halkın bütün öfkesini yalnız başına kendi üzerinde toplamıştı. Vekilharcı, ancak raslantıyla oradan geçen ve Elektör Prens korumanları subayının yardıma çağırdığı bir atlı Landsknecht birliği kurtarabildi. Subay, kalabalığı dağıttıktan sonra, öfkeli ustayı yakaladı ve birkaç süvari onu hapishaneye götürürken, kan içinde kalan zavallı vekilharcı iki dostu yerden kaldırıp eve götürdüler. At tüccarını zarara sokan haksızlığı onarmak için iyi niyet ve içtenlikle yapılan bu deneme böylece çok kötü sonuçlanmıştı. İşi biten ve daha fazla beklemek istemeyen Döbbelnli deri yüzücü, halk dağılmaya başlayınca, atları bir fener direğine bağladı; onlar da, hiç kimse ilgilenmeden, sokak çocuklarına ve serserilere alay konusu olarak bütün gün orada kaldılar. Korunmadıkları ve bakımsız kaldıkları için akşam üzeri polis Dresdenli yüzücüyü çağırdı; hayvanları kent dışındaki deri yüzme yerinde ikinci bir buyruğa kadar beslemek üzere ona teslim etti.
Her ne kadar at tüccarı aslında suçlu değilse de, bu olay, ülkede eşitlikçi düşünen, iyi kimseler arasında davasının sonucu hakkında oldukça tehlikeli bir hava yarattı. Onun hükümete karşı durumu artık dayanılmaz sayılıyor, evlerde ve toplantılarda yalnızca öfkeli dikkafalılığının hoşnut edilmesi için böyle hiçten bir olay yüzünden zorbalıkta bulunmakla teptiği adalet kendisine verilmektense, ona açıkça bir haksızlık edip bütün sorunu yeniden geri çevirmenin daha iyi olacağı düşüncesi genelleşiyordu. Bizzat başkan da aşırı hakseverliği ve bundan dolayı von Tronkalara karşı duyduğu nefret yüzünden, bu düşüncenin yayılmasına yardım edecek ve böylece zavallı Kohlhaas’ın büsbütün yıkılmasına neden olacaktı. Dresdenli yüzücünün beslediği atların bir daha Kohlhaasenbrück’teki tavladan çıktıkları duruma gelebileceklerine pek akıl yatmıyordu; onların ustalıklı ve sürekli bir bakımla eski durumlarına getirilmesi mümkün olsa bile, bu durum yüzünden soylunun ailesine gelecek aşağılama o kadar büyük olacaktı ki, ülkedeki yüksek ve seçkin konumlarının önemini düşünerek hayvanları parayla almaktan daha ucuz, amaca daha uygun bir çare bulunamıyordu. Birkaç gün sonra, hastalığı engel olan vekilharç adına başmabeyinci Kont Kallheim başkana bir mektup yazarak böyle bir öneride bulundu: Bunun üzerine o da Kohlhaas’a bir kâğıt göndererek kendisine bu tür bir öneride bulunulursa hemen geri çevirmesi yolunda uyardı. Fakat öte yandan fazla saygıyla yazılmamış ve kısa olan yanıtında başmabeyinciden bu sorunda kendisini böyle özel işlere karıştırmamalarını rica etti ve vekilharçtan da pek aklı başında ve alçak gönüllü bir adam olarak tanıttığı at tüccarına doğrudan doğruya başvurmasını istedi. Pazar yerindeki olaylardan dolayı at tüccarı, başkanın öğüdüne uyarak, kendisine yapılan bütün haksızlıkları ve şimdiye kadar olup bitenleri onlara bütün bütün bağışlamak için soylu ya da akrabaları tarafından ilk adımın atılmasını bekledi; fakat böyle bir başlangıç gururlu efendilere pek ağır geliyordu, başkandan aldıkları yanıta pek öfkelenerek onu Elektör Prense gösterdiler.
1 comment