Seyfettin, Perviz, Süheyl Feridun, Şit, Tarhan, Tekin, ?, ?? (Tansel, 1984: 727- 783; Polat, 1998: 11; Argunşah, 1999: 10).

Ömer Seyfettin; hikâyeci olarak şöhret yapmasına rağmen, edebiyat âlemine şiirle adım atmıştır. Tespit edilebilen ilk şiiri “Terâne-i Giryan” (Mecmua-i Edebiye, sayı: 9, 20 Aralık 1900, s. 65) yayımlandığında, henüz 16 yaşında ve Mekteb-i Harbiye-i Şahane’de öğrenci idi. II. Meşrutiyet’in ilanı pek çok edip gibi Ömer Seyfettin’in de sanat hayatında bir dönüm noktası olmuştur. II. Meşrutiyet öncesi şiirlerinde, edebî formasyonunu kazandığı ilk gençlik yıllarının baskın edebî zümresi Edebiyat-ı Cedide topluluğunun tercihleri açık biçimde görülmektedir: Üçü dışında değişmez konu aşktır, vezin aruzdur, ikisi dışında nazım şekli sonedir. Bu tercih sisteminin arkasında, Edebiyat-ı Cedide şiir anlayışının devrin hâkim temayülü olması kadar, Tevfik Fikret’i sevmesi de vardır. Nitekim Edirne Askerî İdadîsi’nde öğrenci iken “mükemmeliyet” fikrini Fikret’ten öğrendiğini, hep Rübâb-ı Şikeste’yi okuduğunu ifade eder (Ünaydın, 1918: 241). II. Meşrutiyet’e yaklaşırken onun şiirine girmeye başlayan sosyal konulu çizgiler daha sonra 1914’e kadar birkaç şiirinde daha devam edecektir. Genç Kalemler dergisindeki meşhur “Yeni Lisan” yazısında ise Edebiyat-ı Cedide şiir anlayışını tamamen reddederek Fikret’in sadece duygu ve düşüncede değil, kitabının ismini bile bir Fransız şairin eserinden (Emile Bergerat: Lyre Brisée) aldığı iddiasındadır. 1911’de Genç Kalemler’de “Yeni Lisanla” açıklamasıyla yayımlananlardan itibaren şiir vokabülerinde önemli değişiklikler görülür. Ama Ömer Seyfettin’in şiirlerindeki asıl değişme 1914’te başlar. Vezin olarak daha önce sadece bir çeşni niyetiyle kullandığı heceyi benimsemiştir. Sonenin yanı sıra halk şiirinin nazım şekillerinden koşmayı da tercihleri arasına katmıştır. Mesnevi geleneği istikametindeki şiirlerinde ise, hem bu geleneğin hem de kolayca kafiye bulma ihtiyacından dolayı, düz kafiyeyi (mesnevi) tercih etmektedir. Konu bakımından ağırlık merkezi millî meselelere kaymıştır. İlham kaynakları ise tarih, destan ve efsaneler, halk hikâyeleri gibi sözlü edebiyat ürünleridir. Bu çizgi, tam anlamıyla Ziya Gökalp istikametidir. Türklük aşkı ve Türklüğü uyandırma gayreti ile Turancılık ülküsüne samimiyetle bağlanmıştır. 1914’e kadarki şiirleri Fikret’i ne kadar hatırlatıyorsa, sonrakiler de o kadar Ziya Gökalp’ın yönlendiriciliğini yansıtır.

1917 Haziran’ında kurulan Şairler Derneği’nin kurucularından biri de Ömer Seyfettin’dir. Bu dernek, “Millî Edebiyat” anlayışını hece veznini kullanmak, konuşma diliyle yazmak, ilhamı İran ve Yunan mitolojisinden değil, Türk esâtirinden almak gibi ilkeler etrafında netleştirmek istemiştir (Reel, 1917: 348-350). Bu ilkelere Şairler Derneği’nden önce Ömer Seyfettin’in ilkeleri diye bakmak gerekir.

Hangi döneminde olursa olsun, Ömer Seyfettin’in şiirlerinde –ara sıra küçük ilham kabarmaları dışında– lirizm noksanlığı daima hissedilmektedir.

Hatıra defterinde kaydettiğine bakarak, 1902’de Sabah gazetesinde çıkan ilk hikâyesi “Tenezzüh”ten beri, 7 Ocak 1918 tarihi itibariyle yüz on iki hikâye yazdığını ve bunların elli tanesinin yayımlandığını biliyoruz. Yazar, bu rakamı verirken, ayda bir hikâye bile yazamamış olmasına hayıflanmaktadır. O sıralar, yazarın en verimli devresidir. Nitekim ertesi yıl (1919) otuz dokuz hikâye yayımlayacaktır ki, bu da dokuz günde bir hikâye demektir. Bu kolay yazmaya rağmen, temaları itibariyle hiçbir hikâyesi, bir diğerinin aynı değildir.