1978 YILINDAN BERİ YAYINCILIK SEKTÖRÜNDE DÜZELTMEN OLARAK ÇALIŞMAKTADIR. GELİŞİM YAYINLARI, SABAH KİTAPLARI VE TURGUT YAYINCILIK’TA UZUN YILAR ÇALIŞTI. BORDO SİYAH DIŞINDA İŞ-KÜLTÜR YAYINLARI VE CUMHURİYET KİTAPLARINA DA DIŞARIDAN DÜZELTMENLİK YAPMAKTADIR.
PERİLİ EV
BÖLÜM I
EVDEKİ ÖLÜMLÜLER
Bu Noel öyküsüne konu olan evle ilk tanışmam, hayaletli öykülerin bilinen koşullarında ya da alışılagelmiş hayaletli ortamlardan birinde olmadı. Evi gün ışığında, üzerinde güneş parlarken gördüm. Görünürde, evi korkutucu gösterebilecek rüzgâr, yağmur, şimşek, gök gürültüsü ya da başka türlü bir tuhaf durum yoktu. Dahası, eve doğruca bir tren istasyonundan gelmiştim. Ev, istasyondan yaklaşık bir mil uzaklıktaydı ve evin önünde durup geldiğim yola baktığımda, yük treninin vadideki toprak set boyunca kayarcasına ilerlediğini görebiliyordum. Her şeyin tamamen sıradan olduğunu söylemeyeceğim, çünkü siz tamamen sıradan biri değilseniz herhangi bir şeyin size sıradan görünebileceğini pek sanmam. İşte burada kendini beğenmişliğim devreye giriyor, ama evin, herhangi birine de bana güzel bir sonbahar gününde göründüğü gibi görünebileceğini kabul edebilirim
Bu konuya yaklaşım tarzım buydu.
Kuzeyden Londra’ya doğru yolculuk yaparken, yolda durup eve bakmaya karar verdim. Sağlık durumum geçici bir süre kırsal kesimde yaşamamı gerektiriyordu. Bunu bilen ve daha önce bu evin yakınından geçmiş olan bir arkadaşım bana buranın uygun bir yer olduğunu ileri süren bir mektup yazmıştı.
Gece yarısı trene bindim ve uyuyakaldım, sonra tekrar uyandım ve pencereden kuzey ışıklarını seyrettim. Sonra tekrar uyuyakaldım ve uyandığımda her zamankine benzer şekilde, sanki hiç uyumamışım gibi hoşnutsuz bir duyguyla sabah olduğunu fark ettim. Utanarak söylüyorum ki, bu durumun sebep olduğu sersemliğin de etkisiyle, bütün gece boyunca hiç uyumadığım konusunda karşımda oturan adamla zorla bahse bile girebilirdim.
Karşımdaki adam bütün gece harıl harıl, hiç bitmeyecekmiş kadar işle uğraşmıştı. Bu mantıksız davranışına ek olarak (ondan da sadece bu beklenirdi) elinde bir not defteriyle bir kalem, sürekli bir şeylere kulak kabartıyor ve notlar alıyordu. Önceleri bu sinir bozucu notların trenin sarsıntılarıyla ilgili olduğunu düşündüm ve eğer bu seslere her kulak kabarttığında gözlerini başımın üzerine dikmeseydi kendisinin de bir inşaat mühendisi olduğunu varsayarak onu hoş görebilirdim. Şaşı, yüzünde şaşkın bir ifade olan biriydi ve davranışları giderek tahammül edilemez bir hal almıştı.
Soğuk ve cansız bir sabahtı (güneş henüz yükselmemişti) ve pencereden dışarı bakıp demir rengini almış doğanın soluk ışıklarını ve benimle yıldızlar arasına, diğer bir deyişle benimle yaşam arasına çökmüş ağır sisi izlerken, yolculuk arkadaşıma dönüp şöyle dedim:
“Afedersiniz bayım, ama bende farkettiğiniz özel bir şey mi var?” Çünkü, gerçekten de cüretkâr bir ihtimamla şapkamı ya da saçlarımı inceleyip bir yere not ediyormuş gibiydi.
Şaşı adam gözlerini sanki vagonun arkası yüzlerce mil uzaktaymış gibi odakladığı arkamdaki uzak noktadan uzaklaştırdı ve değersizliğim karşısında yüce bir acıma duygusu beslermiş gibi şöyle dedi:
“Sizde mi beyefendi? –B.”
“B mi?” diye sordum meraklanarak.
“Sizinle bir meselem yok beyefendi,” diye yanıtladı adam. “Lütfen sesleri dinlememe izin verin – O.”
Kısa bir duraksamadan sonra bu sesli harfi telaffuz etti ve not etti.
Başlangıçta biraz korktum, çünkü yanımda bir ekspres delisinin olması ve kondüktörün ortalarda olmaması ciddi bir durumdur. Ama sonradan, adamın son günlerde Rapper olarak adlandırılan, (içlerinden bazılarına) çok saygı duyduğum, ama inançlarına katılmadığım bir mezhep üyesi olabileceği düşüncesi beni rahatlattı. Tam bunu soracaktım ki lafı ağzımdan aldı.
“Eğer sıradan insanlar gibi basit davranmıyorsam,” dedi küçümseyici bir tavırla, “beni bağışlayın. Geceyi de şimdilerde hep yaptığım gibi ruhsal iletişim içinde geçirdim.”
“Hımm!” dedim oldukça ters bir şekilde.
“Gece görüşmeleri…” diye devam etti adam, defterinden birkaç sayfa çevirerek, “Şu mesajla başladı: “Kötü arkadaş iyi huyu bozar.”
“Haklısınız,” dedim. “Ama bu düşünce tamamen yeni mi?”
“Ruhlardan yeni geldi,” diye cevap verdi adam.
Sadece o ters tavrımla yine, “Hımmm!” diyebildim ve ruhların ona en son ne söylediklerini sordum.
Adam defterine yazdığı son cümleyi büyük bir ciddiyetle okudu, “Eldeki bir kuş saldaki iki kuştan daha değerlidir.”
“Gerçekten ben de aynı fikirdeyim,” dedim. “Ama doğrusu, dal değil midir?” diye sordum.
“Bana sal olduğu söylendi,” diye cevapladı adam.
Daha sonra bu özel açıklamanın kendisine Sokrates’in ruhu tarafından gecenin bir yarısı yapıldığını söyledi. “Dostum, umarım iyisinizdir. Bu yolcu vagonunda iki tane var. Nasılsınız? Burada on yedi bin dört yüz yetmiş dokuz ruh var, fakat siz onları göremezsiniz. Pisagor burada. Kendisi bunu söyleme özgürlüğüne sahip değil, ama yolculuktan hoşlandığınızı umuyor. Aynı şekilde Galileo da bilimsel zekâsıyla aramıza katıldı. ‘Seni gördüğüme sevindim amico. Come sta? Su yeterince soğuduğunda donar.
1 comment