Korkmak da boşunaydı, çünkü gerçek bir baykuştan bizzat korkup sonradan onu meydana çıkarmaya çalışmanın bir yararı yoktu. Piyano çalarken yanlış bir notaya bastığınızda köpeğimin belirli notalara ve nota gruplarına havladığını keşfetmenin de bir yararı yoktu. Ziller konusunda Rhadamanthus’luk[5] taslamanın ve talihsiz bir zil sizden izinsiz çalmaya başladığında onu acımasızca yere fırlatıp susturmanın da anlamı yoktu. Bacaları ateşe vermenin, kuyulara meşale atmanın, şüphelenilen odalara öfkeyle dalmanın da anlamı yoktu. Hizmetçileri değiştirdik, ama durum değişmedi. Yeni gelenler de kaçınca üçüncü bir grup geldi, fakat yine durum değişmedi. En sonunda, bir zamanlar sorunsuz olan ev idaremiz o kadar düzensiz ve perişan bir hale geldi ki, bir gece kız kardeşime hüzünle şöyle dedim, “Patty, insanların burada bizimle kalmalarını sağlama konusunda umutsuzluğa düşmeye başladım, sanırım bundan vazgeçmek zorundayız.”
Oldukça güçlü bir karakteri olan kız kardeşim, “Hayır John, vazgeçme. Yenilme John. Başka bir yolu var,” diye cevapladı.
“Nedir peki?” diye sordum.
“John,” dedi kız kardeşim, “senin ya da benim bildiğim herhangi bir nedenden dolayı bu evden kovulmayacaksak, güçlü olmalı ve evin işlerini tamamen biz üstlenmeliyiz.”
“Ama hizmetçiler,” dedim.
“Hizmetçiye gerek yok,” dedi kız kardeşim büyük bir cesaretle.
Benimle aynı yaşam düzeyindeki çoğu insan gibi, bu sadık engeller olmadan da ayakta kalınabileceğini hiç düşünmemiştim. Bu öneri benim için o kadar alışılmadık bir durumdu ki, biraz kuşkuyla yaklaştım.
“Buraya korkmaya ve bu korkuyu birbirlerine bulaştırmaya geldiklerini biliyoruz ve gerçekten korktuklarını ve bunu diğerlerine de bulaştırdıklarını da biliyoruz,” dedi kız kardeşim.
“Bottles dışında,” dedim düşünceli bir ses tonuyla.
(Sağır seyis. İngiltere’de eşi bulunmaz bir asık suratlılık örneği olan bu adamı hizmetimde tuttum ve hâlâ tutuyorum.)
“Elbette John,” diye onayladı kız kardeşim; “Bottles dışında. Ama bu neyi kanıtlar? Bottles hiç kimseyle konuşmuyor ve yüzüne karşı gürlenmediği sürece kimseyi duymuyor, ayrıca bugüne kadar korktu ya da kimseyi korkuttu mu? Hayır!”
Bu tamamen doğruydu; bahsettiğimiz kişi, her gece saat onda arabalığın üstündeki odasına çekilen, yanına bir yaba ve bir kova sudan başka bir şey almayan biriydi. Saat ondan sonra Bottles’ın yanına gidecek olursam, bu bir kova suyun başımdan aşağıya döküleceğini ve yabanın da bana saplanacağını sürekli hatırlanması gereken bir şey olarak aklımda tutuyorum. Ayrıca Bottles o telaşlı hallerimize hiç tanık olmamıştı. Soğukkanlı ve hiç konuşmayan bir adam olan Bottles, Streaker baygın, Tuhaf Kız ise kaskatı haldeyken mutfakta oturup yemeğini yer, eve hâkim olan tatsız havayı fazladan bir patates ya da bir biftek daha alarak lehine çevirirdi.
“Bu yüzden,” diye devam etti kız kardeşim, “Bottles’ı bunun dışında tutuyorum. Ve John, evin Bottles, sen ve ben tarafından idare edilemeyecek kadar geniş olduğunu ve belki de çok da yalnız olduğumuzu göz önünde bulundurarak, arkadaşlarımız arasından en güvenilir ve istekli olanlardan birkaçını seçip, onlara burada üç ay boyunca bizimle birlikte kalmalarını ve neşeli bir topluluk halinde yaşamayı önermeyi ve bekleyip neler olacağını görmeyi teklif ediyorum.”
Kız kardeşimin söylediklerinden o kadar çok etkilenmiştim ki, onu oracıkta kucakladım ve hevesle planını uygulamaya koyuldum.
Bu kararı aldığımızda kasımın üçüncü haftasındaydık. İşe oldukça ciddiyetle sarılmış ve güvendiğimiz arkadaşlarımızdan öyle büyük bir destek görmüştük ki, davet ettiğimiz arkadaşlarımız perili evde neşeli bir şekilde toplandıklarında kasım ayının bir haftası hâlâ önümüzde duruyordu.
Şimdi, kız kardeşimle birlikte henüz evde yalnızken yaptığımız iki küçük değişiklikten bahsedeceğim: Köpeğimin geceleri evde, muhtemelen dışarı çıkma isteğiyle havlıyor olması bana olmayacak bir şey gibi gelmiyordu. Onu zincire bağlamadan dışarıdaki kulübesine yerleştirdim ve köy halkını, köpeğin karşısına çıkanların, boğazları parçalanmadan kurtulamayacakları konusunda uyardım. Sonra Ikey’e silahlardan anlayıp anlamadığını gelişigüzel bir şekilde sordum. “Evet efendim, iyi bir silahı görür görmez tanırım,” cevabını verince, ben de ondan, eve kadar zahmet edip gelmesini ve silahıma bakmasını rica ettim.
Ikey birkaç sene önce New York’tan aldığım çifte namlulu tüfeği inceledikten sonra, “Bu gerçek bir silah efendim,” dedi. “Buna şüphe yok.”
“Ikey,” dedim, “bundan kimseye bahsetme, ama bu evde bir şey gördüm.”
“Bahsetmem efendim!” diye fısıldadı, gözlerini kocaman kocaman açarak. “Kukuletalı kadını mı efendim?”
“Korkma,” dedim. “Sana benzeyen bir görüntüsü vardı.”
“Aman Tanrım!”
“Ikey!” dedim içtenlikle (dostça da diyebilirim) tokalaşırken, “eğer bu hayalet hikâyelerinde bir doğruluk payı varsa, sizin için yapabileceğim en iyi tek şey, ona ateş etmek olur. Sana Cennet ve Yeryüzü adına söz veriyorum, eğer onu tekrar görürsem, bu silahla yapacağım bunu!”
Genç adam bana teşekkür etti ve bir bardak likör ikramımı kabul etmeyip evi aceleyle terk etti. Sırrımı ona açmıştım, çünkü şapkasını zile fırlatması ve bundan bir süre sonra bir gece zil çaldığında zilin yakınında gözüme kürk şapkaya benzer bir şeyin ilişmesi aklımdan çıkmıyordu. Ayrıca, ne zaman hizmetçileri rahatlatmak için gece eve gelse, o gün en hayaletli günlerimizden birini yaşamış olmamız da dikkatimi çekmişti. Yine de Ikey’e haksızlık etmek istemem. Bu evden korkuyor ve buranın perili olduğuna inanıyordu; yine de eline fırsat geçse, periler konusunda yalan söyleyebileceği muhakkaktı. Tuhaf Kız’ın durumu da tamamen aynıydı. Evde gerçek bir korkuyla dolaşır, ama işine gelince de kasıtlı ve korkunç yalanlar söylerdi.
1 comment