Herhalde, savaş olurken bizim okulda kalacağımızı düşünmüyorsun değil mi?"
Scarlett:
"Savaş olmayacağını siz de biliyorsunuz," diye söylendi. "Bütün bunlar hep laf. Hem, Ashley Wilkes ile babası daha geçen hafta babama Washington'daki müşavirlerimizin... şey... Mr. Lincoln ile Konfederasyon hakkında uygun bir anlaşmaya varacağını söylediler. Zaten Yankeeler bizden öyle korkuyor ki, savaşmazlar. Savaş filan olacağı yok. Bunu duymaktan bıktım."
Stuart:
"Ama şekerim, tabii ki savaş olacak," dedi. "Yankeler bizden korkabilirler, ama General Beauregard önceki gün onlar hakkında öyle şeyler söyledi ki, savaşa girerler ya da bütün dünyanın karşısında korkak damgasını yerler. Konfederasyon'a gelince..."
Scarlett, ağzıyla sıkıldığını belli eden bir hareket yaptı. "Eğer bir kere daha savaş lafı ederseniz, içeri girip kapıyı kapatırım. Hayatımda hiçbir kelimeden, savaş kelimesinden bıktığım kadar bıkmamıştım. Babam; sabah, öğlen, akşam savaştan konuşuyor. Onu görmeye gelenlerin hepsi de, bağıra bağıra, Fort Sumter, Devlet Hakları ve Abe Lincoln'den söz ediyorlar. Öyle sıkılıyorum ki, neredeyse avazım çıktığı kadar bağıracağım."
Scarlett sözlerinde samimiydi. Çünkü konu kendisi olmadıkça hiçbir konuşmanın fazla uzun sürmesine dayanamazdı. Ama konuşurken gülümsüyor, gamzesini iyice meydana çıkarıyor ve simsiyah kirpiklerini kelebek kanatları gibi durmadan kırpıştırıyordu. Delikanlılar, tam onun istediği biçimde hayrandılar ona. Canını sıktıkları için özür dilemekte gecikmediler. Genç kızın bu ilgisizliği yüzünden onu asla küçümsemiyorlardı. Aksine hayranlıkları artıyordu. Savaş kadınların değil, erkeklerin işiydi. Scarlett'in davranışını kadınlığının bir belirtisi olarak kabul ediyorlardı.
Scarlett, onları bu sıkıcı savaş konusundan uzaklaştırınca, ilgiyle delikanlıların durumuna
döndü.
"Anneniz ikinizin yine okuldan kovulduğunuzu duyunca ne dedi? Byod'u döver mi dersiniz?"
Vilayetteki herkes gibi o da ufak tefek Mrs. Tarleton'un oğullarını dövdüğüne ve gerekirse kırbaçladığına inanamıyordu.
Beatrice Tarleton, çok işi olan bir kadındı. Geniş pamuk tarlaları, yüz zenci ve sekiz çocuk yetmiyormuş gibi, eyaletin en büyük harasına da sahipti. Çabuk öfkelenen bir huyu vardı ve oğullarının sık sık başlarını belaya sokmaları karşısında müthiş öfkelenir, çiftlikte hiç kimsenin bir başkasını ya da bir atı kırbaçlamaya hakkı olmadığı halde, oğlanları ara sıra okşamanın onlara hiçbir zararı dokunmayacağını düşünürdü.
Stuart:
"Dünyada dövmez o Boyd'u," dedi. "Onu hiç dövmedi. Çünkü Boyd hem en büyüğümüzdür hem de en ufak tefek olanımız." Upuzun boyuyla böbürlendiği belli oluyordu.
"İşte bundan Boyd'u ona her şeyi anlatsın diye bıraktık ya. Ulu Tanrım, annemizin artık bizi kırbaçlamaktan vazgeçmesi gerek.
1 comment