Satranç

 

MODERN KLASİKLER DİZİSİ - 21

 

STEFAN ZWEIG

 

SATRANÇ

 

Almanca aslından çeviren:


Ahmet Cemal

 

 

 

STEFAN ZWEIG

SATRANÇ

 

ÖZGÜN ADI: SCHACH NOVELLE

ÇEVİREN: AHMET CEMAL

EDİTÖR: RÛKEN KIZILER

GÖRSEL YÖNETMEN: BİROL BAYRAM

GRAFİK TASARIM ve UYGULAMA

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

 

Genel Yayın: 2447

© Türkİye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012

 

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

İstiklal Caddesi, Meşelik Sokak No: 2/4 Beyoğlu 34433 İstanbul

Tel. (0212) 252 39 91

Fax. (0212) 252 39 95

www.iskultur.com.tr

 

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.

Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

"Satranç" Üzerine

Satranç ("Schachnovelle"), Avusturyalı yazar Stefan Zweig'ın (1881-1942) ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biridir. Zweig, bu metni kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig'la birlikte göç ettiği Brezilya'da, evinin bulunduğu Petrópolis kentinde yaşamaktaydı. Neredeyse tamamı Nazi işgali altında olan Avrupa'dan önce İngiltere'ye, ardından Amerika Birleşik Devletleri'ne ve nihayet Brezilya'ya giden Zweig, gördüğü büyük ilgi nedeniyle, ayrıca Nazilerden artık çok uzak oluşunun sağladığı güvenlik duygusuyla, Brezilya'ya sürekli yerleşmeye karar vermişti.

Ne var ki hem paraca hem de güvenlik açısından hiçbir kişisel sorununun bulunmaması, Zweig'ı İkinci Dünya Savaşı'nın korkunç atmosferinden bütünüyle uzaklaştırmaya yetmedi. Basından ve Brezilya'ya gelip giden tanıdıklarından savaşın cereyanını ve Nazilerin Avrupa'daki ilerleyişlerini, bu arada Gestapo'nun tüyler ürpertici cinayetlerini titizlikle izleyen yazar, kendini giderek ağırlaşan bir karamsar atmosfere kaptırdı. Sonunda arkadaşlarına yazdığı bir mektupta, "Sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı..." diyerek, 1942 yılında eşiyle birlikte hayatına son verdi. Ölmeden önce, dünya biyografi edebiyatında bir eşi daha olmayan "Montaigne" biyografisini de tamamlamış bulunuyordu.

Satranç, işte bu koşullarda ve böyle bir atmosferin damgasını taşıyan bir öykü. Metnin en baskın özelliklerinden birisi ise mimari kurgusunun bütünüyle Zweig'ın uçsuz bucaksız diye nitelendirilebilecek psikolojik analiz yeteneğini ve gücünü temel alması. Stefan Zweig, aynı dönemi paylaştığı hemen bütün Avrupalı yazarlar gibi, Orta Avrupa'nın zengin ve üretken "kozmopolit", yani çok kaynaklı kültüründen nasibini fazlasıyla almış olan edebiyatçılardandı. Bu kozmopolit kültür çerçevesinde, 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak gittikçe hızlanan bir yükselme dönemini yaşayan psikoloji bilimi, yalnızca edebiyat alanında değil, fakat sanatın hemen bütün alanlarında yönlendirici ve belirleyici rol oynadı. Başta Freud, Jung ve Adler olmak üzere, çok büyük araştırmacıların yeni buluşları ve yöntemleri, sanatın temel konusu olan "insan"ın yepyeni ve yaşamın akışı içersinde çok daha gerçekçi bir görünümle betimlenmeye başlamasına yol açtı. Bu yeni durum, doğal olarak insanın hem içinde yer aldığı, hem de yaratıcısı olduğu toplumsal olaylara da kalıcı damgasını vurdu.

Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini uğraşında bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar. Başta "Erasmus", "Montaigne", "Marie- Antoinette" ve "Fouché" olmak üzere, bütün biyografilerinde Zweig, ele aldığı kişiyi incelerken onun psikolojik niteliklerinden yola çıkar ve bu nitelikler ile içinde bulunulan dönemin karşılıklı etkileşiminden kaynaklanan genel bağlamı sergiler. Böyle bir betimlemeyle karşılaşan okur ise, anlatılan kişinin "biriciklik" niteliği ile tarihin oluşumu arasındaki ilişkiyi çözme olanağına kavuşur.

Satranç, Zweig'ın biraz önce sözünü ettiğimiz psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir. Bu metninde, Goethe'nin "klasik öykü kuramı"na bağlı kalan ve bu kuramın temel koşulu olan "duyulmadık bir olayın sanatsal düzlemde işlenmesi" ilkesi doğrultusunda bir anlatı mimarisi oluşturan yazar, olay yeri olarak da New York'tan Buenos Aires'e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi, yani yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öyküdeki "duyulmadık olay"ın aktörleridirler. Ancak "duyulmadık olay", şimdiki zamana değil, fakat geçmişe aittir. Çünkü Dr. B., mükemmel bir satranç oyuncusu olmasını ve ilk maçta dünya şampiyonu Czentovic'i yenmesini, geçmişindeki son derece sıra dışı bir olaya borçludur. Asıl mesleği avukatlık olan Dr. B., büyük manastırların ve bu arada eski Avusturya hanedanı üyelerinin malvarlıklarını yönetmektedir. Bu işini Avusturya'nın Naziler tarafından işgalinden sonra da sürdüren Dr. B., malvarlıklarına el koymak isteyen Gestapo tarafından tutuklanır. Ancak Gestapo, avukatı konuşturmak için son derece sıra dışı bir yöntem kullanır. Dr. B., zindana atılıp işkenceden geçirilecek yerde normal bir otel odasına yerleştirilir, fakat bu odada dış dünyadan mutlak anlamda tecrit edilir.