B.'ye, Czentovic'in meydan okumasını kabul etmesi yolundaki ricamızı ilettiğimde, çok şaşırdı. Anlaşıldı ki, kendisi o oyunda bir dünya şampiyonunun, üstelik halen en başarılı olanının önünden zaferle kalkmış olduğunun hiç farkında değildi. Bir nedenden ötürü bu açıklamadan çok etkilenmişe benziyordu, çünkü bana defalarca hasmının gerçekten tanınmış bir dünya şampiyonu olduğundan emin miyim diye sordu. Kısa zamanda, bu durumun görevimi kolaylaştırdığını anladım ve sadece, karşımdakinin duyarlılığını hissederek, olası bir yenilginin maddi rizikosunun McConnor'ın kasasına ait olacağını ondan saklamayı uygun buldum. Dr. B. uzunca bir duraklamanın ardından sonunda bir maç yapmaya hazır olduğunu söyledi, ama bu arada öteki beyleri kendisinin yapabilecekleri konusunda fazla umuda kapılmamaları için bir defa daha uyarmamı da önemle rica etti.
"Zira," diye ekledi düşünceli bir gülümsemeyle, "bir satranç partisini bütün kurallara uygun olarak doğru oynayabilir miyim, bunu gerçekten bilmiyorum. Lise yıllarımdan sonra, yani yirmi yıldan fazla bir zamandır tek bir satranç taşına elimi sürmediğimi söylediğimde, aşırı bir alçakgönüllülük yapmadım, buna lütfen inanmanızı rica ederim. Ve o zamanlar da ancak özel bir yeteneği bulunmayan oyuncu sayılırdım."
Bunları öylesine doğallıkla söylemişti ki, içtenliği konusunda en ufak bir kuşku bile besleyemezdim. Fakat yine de birbirlerinden çok farklı satranç ustalarının oyun kurma biçimlerini ayrı ayrı hatırlayabilmesi karşısında duyduğum şaşkınlığı dile getirmeden edemedim; satrançla, en azından kuramsal düzeyde çok yoğun ilgilenmiş olmalıydı. Dr. B., bir kez daha o tuhaf ve hülyalı ifadeyle gülümsedi.
"Çok yoğun ilgilenmek! –Tanrı bilir ya, evet, satrançla çok ilgilenmiş olduğum söylenebilir. Ancak bu çok özel, dahası ancak bir defaya özgü koşullar altında oldu. Aslında bu, çok karmaşık bir öykü ve yaşamakta olduğumuz şu sevimli ve büyük zamana küçük bir katkı yerine geçebilir. Bir yarım saat sabrederseniz eğer..."
Yanındaki güverte koltuğunu göstermişti. Davetini memnuniyetle kabul ettim. Yakınımızda kimse yoktu. Dr. B. okuma gözlüğünü çıkardı, bir yana bıraktı ve anlatmaya başladı:
"Bir Viyanalı olarak, ailemin adını hatırladığınızı söylemek inceliğini gösterdiniz. Fakat tahminimce başlangıçta babamla birlikte çalıştığımız, daha sonra ise tek başıma sürdürdüğüm avukatlık bürosu hakkında herhangi bir şey duymuş olduğunuzu hiç sanmıyorum, çünkü haber değerinden ötürü gazetelere geçen davalarla ilgilenmezdik ve ilke olarak da yeni müşteri kabul etmekten kaçınırdık. Aslına bakılırsa, tam bir avukatlık uygulaması değildi yaptığımız, kendimizi yalnızca hukuk danışmanlığıyla sınırlamıştık ve özellikle de babamın klerikal partinin eski milletvekili sıfatıyla yakın olduğu büyük manastırların malvarlıklarıyla ilgili danışmanlık hizmeti veriyorduk. Ayrıca –bugün monarşi artık tarihe karıştığı için bu konuda konuşmanın bir sakıncası yok– imparatorluk ailesinin bazı üyelerinin fonlarının yönetimi de bize emanet edilmişti. Sarayla ve ruhban sınıfıyla bu ilişkilerin –amcam, imparatorun özel doktoruydu, bir başka amcam da Seitenstetten'de başrahipti– geçmişi iki kuşak öncesine kadar uzanıyordu; bize düşen, yalnızca bu ilişkileri korumaktı ve bu sesiz, demek istediğim gürültüsüz patırtısız, bize miras yoluyla geçmiş bir güven aracılığıyla tahsis edilmiş bir etkinlik alanıydı; bu alanda çalışabilmek için mutlak anlamda sır saklayabilmenin ve güvenilirliğin dışında bir şey gerekmiyordu, ölen babam da bu niteliklere en üst düzeyde sahipti; kendisi gerek enflasyon yıllarında gerekse imparatorluğun çöküş döneminde gösterdiği titizlik sayesinde müşterileri için önemli malvarlığı kalemlerini korumayı gerçekten de başardı. Daha sonra Almanya'da Hitler iktidara geldiğinde ve kilise ile manastırların malvarlıklarını yağmalamaya başladığında, en azından menkulleri el konulmadan kurtarmak için sınır ötesinden de bizim kanalımızla bazı görüşmeler ve önemli ticari işlemler gerçekleşmeye başladı, artık Papalık'ın ve hanedanın bazı gizli siyasi görüşmeleri hakkında babam ve ben, kamuoyunun herhangi bir zaman öğrenebileceğinden çok daha fazla bilgi sahibiydik. Fakat özellikle hukuk büromuzun hiç dikkat çekmemesi
–kapımızda bir tabela bile yoktu– ve monarşiyle ilintili bütün çevrelerden açıkça kaçınma konusunda gösterdiğimiz dikkat, istenmeyen araştırma ve soruşturmalar karşısında en emin güvencemizdi. Gerçekte bütün o yıllar boyunca Avusturya'da hiçbir resmi makam, hanedanın gizli kuryelerinin en önemli postalarını hep bizim dördüncü kattaki o kimsenin dikkatini çekmeyen büromuzdan aldıklarını veya oraya teslim ettiklerini tahmin bile edemedi.
Gelgelelim Nasyonal Sosyalistler, ordularını bütün dünyaya karşı silahlandırmadan çok önce bütün komşu ülkelerde aynı ölçüde tehlikeli ve eğitimli bir başka orduyu, zarar görmüşlerden, geri plana itilmişlerden, aşağılanmışlardan oluşma bir lejyonu örgütlemeye koyulmuşlardı. Bu lejyona ait ve ‘hücre' diye anılan birimler her resmi daireye, her işletmeye gizliden yerleştirilmişti, dinleme elemanları ve casusları Dollfuss'un ve Schuschnigg'in özel odalarına varıncaya kadar her yerde görevlendirilmişti. Ne yazık ki çok geç öğrendiğime göre, bizim kimsenin dikkatini çekmeyen büromuzda bile adamları vardı. Bu kişi aslında elbette zavallı ve yeteneksiz bir büro elemanından öte biri değildi, onu bir rahibin tavsiyesi üzerine ve yalnızca büroya dışarıya karşı normal bir işletme görünümünü vermek için işe almıştım; gerçekte bu elemanı sadece zararsız haberleşme işleri, telefona bakılması ve dosyaların, yani önemsiz ve zararsız dosyaların düzenlenmesi için kullanıyorduk.
1 comment