Bir sene çok şiddetli bir kış oldu. Aylarca iş bulamadı. Yavaş yavaş sefalet çevrelerini sarıyor, yardım görecek bir akrabaları da olmadığı için, açlık tehlikesi gelip çatıyordu. Nihayet paraları bitmiş, ev ekmeksiz kalmıştı. Ekmeksiz yedi çocuk! Bir akşam, kilise meydanındaki fırının sahibi yatmak üzere iken, bir ses duydu. Kalkıp dükkâna indi. Parmaklıklı pencereden bir el uzandığını ve bir somun ekmeğini kavradığını gördü. Bir adam eliyle camı kırmış, ekmek çalıyordu. Bağırarak kapıya çıktı. Hırsız kaçıyordu. Gerçi korkudan ekmeği atmıştı ama, ekmek kanlı idi. Kırık cam adamın elini kesmiş olduğundan suçunu inkâr edemedi. Yakalanıp hapse atıldı. Mahkemeye çıkmadan bir gün önce evi arandı. Ruhsatsız bir av tüfeği ele geçirildi. O yıllarda, ruhsatsız avlanma ile gümrükten mal kaçırma aynı derecede “devlet suçu” sayılıyordu. Böylece, iki suçtan, toplam beş sene hüküm giydi. Bir tersanede “kürek mahkûmu” olarak cezasını çekecekti. Bu adam, Jan Valjan idi... Adam, hapse düştüğüne değil; yedi çocukla, çalışmaktan âciz bir annenin açlıktan öleceklerine üzülüyordu. Devlet, dul ve yetimlere maaş vermediğinden Jan Valjan olmadan yaşamaları imkânsızdı. Bunu ağlayarak savcıya anlattı ise de kanun adamı çatık kaşlarıyla onu azarlamış; “Suç eşittir ceza!” diye bağırmıştı...
Mahkûmiyeti müddetince üç defa firar etmiş, üçünde de yakalanmış, cezası katlana katlana on dokuz seneye yükselmişti... Normal bir insan, kürek cezasını on dokuz sene devam ettiremez, tersaneden ölü olarak çıkardı. Fakat Jan Valjan başka idi. Hem güçlü kuvvetli, hem de sabırlıydı. Sabır, şüphesiz zekâ alâmeti idi. Kırk yaşında, tersane papazının geceleri açtığı “okuma-yazma” kursuna devam etmiş, herkesten önce okuma yazma öğrenmişti. İşte, hapishane müdürünün sarı tahliye kâğıdına “Pek tehlikeli bir mahlûktur.” notunu koymasının sebebi bu idi. On dokuz sene, en ağır işlerde çalıştırıldığı, en ağır işkenceleri gördüğü halde sabırla katlanmış, “Ben buradan ölü olarak değil, sağ olarak çıkacağım.” demişti. Bir gün olsun ağlamamış, kimseye yalvarmamış, çelikleşmiş sinirler ve taşlaşmış bir kalple senelere meydan okumuştu...
1 comment