Kollarını göğsü üzerinde birleştirerek, korku veren bir sesle:

– Ya, dedi, demek beni evinizde, hem de odanızın bitişiğinde yatırıyorsunuz, ha? İyi düşündünüz mü? Benim katil olmadığımı kim temin edebilir?

Piskopos gayet sakin:

– Orasını ancak Tanrı bilir, dedi.

Sonra ellerini kaldırarak bir dua okudu. Adam, bu dua karşısında hiç istifini bozmadı. Piskopos, arkasına bakmadan, çekilip odasına girdi. Bir dua da orada okudu.

Sonra, sessizce bahçeye indi. Yıldızları seyretti; çiçekleri okşadı. Yıldızlara ışık, çiçeklere renk ve koku veren Tanrı’ya şükretti. Zavallı misafirine yumuşak bir kalp, iyiyi kötüden ayıran bir vicdan ve başkalarına muhtaç olmayacak bir iş vermesi için dua etti... On dokuz sene çile çeken bu adam için gözyaşı döktü. Bir taşın üzerine oturarak derin düşüncelere daldı. Piskopos odasına döndüğü zaman, vakit gece yarısını çoktan geçiyordu. Yabancı o kadar yorgundu ki, çarşafların temizliğine, yatağın yumuşaklığına aldırmadan elbisesi ile yattı. Tersanedeki hücresinde alışık olduğu gibi, mumu burnu ile üfleyip söndürdü. Birkaç dakika içinde derin bir uykuya daldı.

JAN VALJAN

Piskoposun çekinmeden ve korkmadan evinde yatırdığı bu vahşi tabiatlı adam kimdi? Kendi ifadesine göre, on dokuz sene tersanede çile dolu bir mahkûmiyet devresi geçirmişti. Ya daha önce?..

Bir insanı daha iyi anlamak için, onun çocukluk çağına inmek gerekir. Biz de öyle yapacağız: Adı Jan Valjan olan bu adam, fakir bir aileye mensuptu. Babası ağaç budayarak evin geçimini sağlıyordu. Annesi, Jan daha küçükken sıtma hastalığından ölmüştü. Bir sene sonra da babası, budadığı bir ağaçtan düşerek can vermişti. Küçük Jan’ı ablası yanına aldı. Uzun seneler ona baktı. Talihsizlik bu ya, kadıncağızın kocası bir iş kazasında öldü ve onu yedi çocukla dul bıraktı. O sıralarda Jan Valjan büyümüş, yirmi beş yaşlarında bir delikanlı olmuştu. Jan da babası gibi ağaç budayıcılığı yapıyordu. Ablası fakir olduğu için onu okula gönderememişti.

Jan Valjan, pek derin düşünen bir genç değildi. Fakat, yedi çocukla dul kalan ablasına bakmanın boynuna borç olduğunu anladı. Akşamları eve yorgun gelir, önüne konan bir tas çorbayı sesini çıkarmadan yerdi. Ablasının gizlice çocuklarına mutfakta et yedirdiğini bilir, fakat bilmezden gelirdi... Anneleri, iki küçük kızı süt almaya gönderdiği zaman, çocuklar dayanamaz, gelirken sütün hepsini bir evin gölgesinde içer, kapları boş dönerlerdi. Annelerine “Süt yokmuş.” diye yalan söylerlerdi. Jan Valjan, küçük kızların suçunu bilir, fakat ablasına bir şey demez, sütün parasını öderdi.

Ağaç budama mevsimi sona erince, yol işlerinde amelelik ederdi.